Merhaba Değerli Okurlarımız,
Bu haftaki konuğumuz Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raika Durusoy. Hocamız 2004 yılında aynı kurumda Halk Sağlığı uzmanlık eğitimini tamamlamış. Kendisiyle COVID-19 Pandemisi’nin mevcut durumunu ve gelecekte nasıl bir tablonun bizi beklediğini konuştuk. Hocamıza bize ayırdığı değerli zaman için teşekkür ederiz.
Pandemi Günleri Sohbetleri’ne başladığımız günden beri gerek akademiden gerek sahadan pek çok halk sağlıkçıyı konuk ettik. Hocalarımızından araştırma görevlilerimize pek çok kişinin sesini duyurduk. Bu hafta 14. sohbetimizi gerçekleştirdik ve bu sohbetten sonra Pandemi Günleri Sohbetleri’ne ara vermeye karar verdik. Sağlıklı, mutlu, huzurlu ve barış dolu günlerin bir an önce gelmesi dileğiyle ve pandemi sürecinde yaşamını yitiren sağlık çalışanlarına saygı ve minnetle…
Sizinle sohbet etme imkanı bulmuşken en çok merak edilen sorudan başlamak istiyorum. Biz şimdi pandeminin neresindeyiz? Bir öncekinden büyük bir ikinci dalganın oluşacağını düşünüyor musunuz? Önümüzde nasıl bir süreç var?
Pandeminin neresindeyiz, sorusunun yanıtı, baktığımız ölçeğe göre değişir. Dünya genelinde bakacak olursak, pandeminin başında olduğumuzu söyleyebiliriz. Dünya ölçeğinde henüz kontrol altına alındığına dair bir işaret görülmemekte ve salgın eğrisinde günlük yeni olgu sayıları giderek artış göstermektedir, 2 Temmuz’da eklenen günlük neredeyse 209 bin yeni vaka ile (Şekil 1a). Dünya salgın eğrisinin Ocak-Şubat dönemi başlangıç kısmında aslında Çin’in salgın eğrisi görece çok küçük boyutta izlenmekte ve o büyük nüfusuyla salgını nasıl etkili biçimde kontrol altına aldığı dikkati çekmektedir (vaka tanımı değişimi nedeniyle izlenen bir pik hariç).
Şekil 1a. Dünyada günlük yeni olgu sayılarına dayanan salgın eğrileri, 2 Temmuz 2020 (Kaynak: Worldometer Corona Numbers https://www.worldometers.info/coronavirus/)
Şekil 1b. Türkiye’de günlük yeni olgu sayılarına dayanan salgın eğrileri, 2 Temmuz 2020 (Kaynak: Worldometer Corona Numbers https://www.worldometers.info/coronavirus/)
Türkiye’de ise birinci dalganın oldukça kontrol altına alındığı görülmektedir ancak Mayıs’ta başlayan ve özellikle 1 Haziran’dan itibaren hızla gevşetilen önlemlerle yaklaşık 10 gün sonrasında ikinci bir dalga başlangıcı izlenmekte, ardından 17 Haziran’da gece 22.00’de duyurulup 18 Haziran saat 10.00’dan itibaren yürürlüğe giren, PCR testi istemine HSYS’de getirilen hekim e-imzası ile istek yapılması ve semptomu olmayanlardan vb. istek yapılamaması kısıtlamalarının da kısmen etkisinin olabileceği bir azalışı takiben sisteme yetkili hekimlerin tanımlanıp test isteme kapasitesinin tekrar artmasıyla hafif bir artış ve ardından tekrar hafif azalış görülmektedir. 1 Haziran sonrası yaptığımız filyasyonlarda artık etrafında COVID-19 pozitif vaka olmayan ve AVM’ye gitme, restorana gitme, uçakla başka ilden gelen akrabası / tanıdıkla görüşme gibi öyküleri olan vakalarla karşılaşmaya başladık.
Komşumuz olan İran’da 20 Nisan’da AVM ve çarşıların açılmasının ardından ikinci dalganın istikrarlı biçimde başlaması ve ilk dalgayı aşacak günlük yeni olgu sayılarına tırmanması da virüsün yayılımının toplumda alınan önlemlere ne kadar duyarlı olduğunu göstermektedir (Şekil 2).
Şekil 2. İran’ın salgın eğrisi, 2 Temmuz 2020 (Kaynak: Worldometer Corona Numbers https://www.worldometers.info/coronavirus/)
Dolayısıyla, alınan önlemlere ve toplumun bu önlemlere uyma oranına göre çok farklı seyirler görülebilecektir. Ancak ülkemizde salgının başında alınan önlemlerin oldukça etkili olduğunu, hızla oldukça katı önlemlerin de alınabildiğini gördük. Bu deneyim ve kapasiteyle olur da ikinci, üçüncü dalgalar başlarsa hemen önlem alınıp vaka sayısının ilk dalgadan daha az sayıda kalacağını düşünüyorum.
SARS-CoV-2 yeni izole edilmiş bir etken ve COVID-19 bir koronavirüse bağlı ilk pandemiyi oluşturdu. Pek çok bilinmezi var. Toplum bağışıklığı hep tartışıldı bu süreçte. En son uzun süreli bir bağışıklığın mümkün olmadığı bu nedenle etkenin daha çok uzun zaman aramızda olacağı, toplum bağışıklığının mümkün olmadığı ve virüsün endemik hale geleceği konuşuluyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
SARS-CoV-2, insan türünün daha önce karşılaşmadığı, dolayısıyla Aralık 2019 itibariyle tüm dünya nüfusunun duyarlı olduğu bir virüs. Virüsler de bir yandan kendi evrimlerini yaşıyorlar. Daha önce küresel tehdit riski belirtilen, çok daha ağır ve dolayısıyla belirgin, atlanmayan bir hastalık tablosuyla seyreden ve ciddi kontrol önlemleri alınabilen SARS ve MERS korona virüsleri, bulaştığı kişilerin ölüm oranı çok daha yüksek olduğu ve yine insandan insana bulaştığı için, kaynağını öldürünce başkasına bulaşma oranı daha düşük kalmaktaydı. Ancak SARS-CoV-2 özellikle çocuklarda ve gençlerde belirti göstermeden veya çok hafif bir tablo ile geçirilebildiği için toplumda yayılma kapasitesi çok daha fazla.
Dediğiniz gibi, henüz birçok bilinmezi var, bunların aydınlatılması zaman alacak. Güney Kore’de COVID-19 geçirdikten haftalar sonra COVID-19 PCR testi pozitif saptanan 261 kişide re-enfeksiyon olmadığı ve dökülen ölü solunum yolu epitel hücrelerindeki virüs kalıntılarının saptandığı yayınlandı. Tabii ki toplum bağışıklığından bahsetmek için ‘haftalar’ kısa bir süre. Çin’de yapılan bir aşı geliştirme çalışmasında nötralizan antikorların geliştiği gösterildi. İsveç’te Karolinska Enstitüsü’nde yapılan ve henüz bir bilimsel dergide yayınlanmayıp taslağı 29 Haziran’da bioRxiv’de yayınlanan yeni bir çalışmada ise antikor gelişmeyen kişilerde T hücreleri aracılı bağışık yanıtın ortaya çıkabildiği saptandı. Dolayısıyla virüse karşı bağışıklık, antikorlarla gösterildiğinden daha fazla da olabilir. Bu da toplum bağışıklığı için bir ümit vadediyor. Bakalım sonraki araştırmalar neler gösterecek…
Devam eden 100’ün üzerinde aşı çalışması var. Sizce umut var mı? COVID-19’u bir aşıyla yenecek miyiz?
Dediğim gibi, umut vadeden araştırmalar var. Ancak bu hastalığı bir aşıyla mı yeneceğiz, temas önlemleriyle mi, toplum bağışıklığıyla mı, tedavisi mi bulunacak, hepsinin bir kombinasyonu daha olası olabilir; bunu şu aşamada bilemeyeceğimizi düşünüyorum. Sıtma için yıllarca aşı çalışmaları yapıldı ve henüz aşısı bulunamadı. Bu çalışmalarda bulunan bir tanıdığım, parazitlerin virüslere göre evrimde daha ileri olmaları nedeniyle aşı geliştirmenin çok daha zor olduğunu söyleyip bir virüse bağlı olan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi için aşı geliştirme çalışmalarına yönelmişti. Onun da henüz bir aşısı yok mesela. Şu aşamada önemli olan, elimizden gelen, bildiğimiz önlemleri alabilmek. Zamanla aşısı, tedavisi vb bulunursa influenza gibi birlikte yaşayacağımız bir virüs de olabilir…
Pandemi için ülkeler benzer olsa da birebir aynı olmayan politikalar yürüttüler. En azından uygulamada farklılıklar oldu ve aslında her ülke kendi pandemisini yaşıyor. Pandemi sürecinde daha başarılı bulduğunuz ya da dikkatinizi çeken bir ülke/ülkeler var mı?
Evet, var. En başta da Çin. Japonya’nın da oldukça iyi kontrol altına aldığını söyleyebiliriz; Mayıs sonunda salgın eğrisi bitmiş gibiydi ama sonrasında yavaş yavaş, azar azar artış başladı. Bir internet sitesinde ülkelerin 7 günlük ortalama yeni vaka sayılarıyla çizilen salgın eğrilerine bakarak ülkeleri üç kategoriye ayırmışlar: Kazananlar, neredeyse varanlar ve önleme gereksinimi olanlar, şeklinde. Ziyaret etmenizi öneririm, tek bir sayfada bu üç kategori altında çok sayıda minyatür salgın eğrisini bir arada göreceksiniz 😊 :
https://www.endcoronavirus.org/countries
Sağlık Bakanlığı’nın 150 bini aşan bir örneklemle yaptığı seroprevalans araştırması çok tartışıldı. Siz bu araştırmanın yöntemi, sahadaki uygulaması ve açıklanan sonuçlarıyla ilgili neler söyleme istersiniz?
Ben araştırmanın çok tartışılan örnek büyüklüğünde pek sorun görmüyorum. Çünkü örneklem, il düzeyinde prevalans verebilecek şekilde seçilmiş gibi gözüküyor. Siz bir il için de tüm Türkiye için de örneklem seçseniz, örnek büyüklüğü benzer çıkar. Her il için gereken örnek büyüklükleri toplanınca da böyle büyük bir sayıya ulaşılması doğal. Bakanlığın personel sayısı da çok fazla, olanakları da. İzmir için belirlenen örnek büyüklüğü 4000’in üstünde mesela. Bunu ilçelere göre tabakalayıp dağıtmışlar. Çok ciddi ve büyük bir çalışma. Aynı anda hem PCR, hem antikor bakılması da değerli. İzmir’de antikor pozitiflik oranının binde 0,6-0,8 gibi oldukça düşük olduğunu duyduk. Kimi illerde bu kadar nadir bir olayı araştırmak için de gerçekten büyük bir örnek büyüklüğü lazım. Örneklem seçimi konusundaki bilgi ve deneyimlerime dayanarak bu yorumu yapabilirim. Sahada veri toplamada da çok ciddi bir emek harcandı. Evlere giden ekipleri, analizleri yapan laboratuvarları ve emeği geçenleri tebrik ediyorum, çok büyük bir iş yaptılar. Türkiye için açıklanan binde 2,8 PCR pozitiflik oranı enfeksiyonun hala toplumda aktif olarak bulunduğunu ve binde 8 antikor pozitiflik oranı da toplumun görece çok az bir kesiminin hastalığı geçirmiş olabileceğini, önemli kısmının hala duyarlı olduğunu, gösteriyor. Bu oranlar illere göre çok farklılık gösterebilir, il verileri açıklandığında daha iyi yorumlanabilecektir.
Bulaşıcı Hastalıklarla ilgilenen bir halk sağlığı uzmanı olarak fırsatınız olsa ülkemizde COVID-19’la mücadele için yapmak isteyeceğiniz ilk şey ne olurdu? Belki de ilk birkaç şey?
Fırsat olsa ülkemizde yapmak isteyebileceğim ilk şey, umreye giden yaklaşık 30 bin kişinin umreye gönderilmemesini sağlamak olabilirdi. Virüs açısından bakacak olursak; umre bulunmaz bir fırsat: dünyanın birçok yerinden gelen, birbirini tanımayan birçok kişinin kısa bir zaman zarfında bir araya gelip bakanlığın kriterleriyle birçok tanımadıkları kişiyle “yakın temaslı” olduğu bir ortam. Virüsün dünyaya ve ülkemize yayılmasında virüse çok fazla ivme verebilecek riskli bir etkinlik. Belki bu yapılabilseydi, şu an Yunanistan gibi daha iyi durumda olabilirdik. Onun dışında Türkiye’de salgının başından 11 Mayıs’a dek alınan önlemleri olukça iyi ve yerinde buluyorum ve bilim kuruluna ve bakanlıkta emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Açık havada olup insanların rahatlıkla mesafeyi de koruyarak buluşabileceği mesire yeri niteliğindeki alanlar ve büyük parkları önlemlerle daha erken açıp AVM’leri daha geç açmak daha iyi olabilirdi. Direkt COVID-19’la mücadele için denemez ama insanların evde kapalı kalmaya başladığı dönemin başından itibaren televizyonlarda farklı yaş gruplarına hitap eden fizik aktivite programları yaygın biçimde gösterilebilse ne güzel olurdu. Ve yine hangi il ne durumda, bunu görebilmek, illerin salgın eğrilerini görebilmek de, salgının kontrolü açısından faydalı olurdu, diye düşünüyorum.
Son olarak her hafta sorduğum gibi size de sormak istiyorum gelecekte ülkemiz ve dünya için nasıl bir resim var zihninizde?
COVID-19’un da influenza gibi birlikte yaşadığımız bir enfeksiyon haline gelmesi var zihnimde. Onunla yaşamayı öğreniyoruz ve yeni bilimsel bulgular ortaya çıktıkça olasılıkla daha farklı önlemler alınmaya başlayacak, daha iyi başa çıkabileceğiz, daha iyi bir kontrol olacak ve birlikte yaşadığımız, arada hastanelerde tüberküloz gibi temaslı sağlık çalışanı işlemini rutin olarak yaptığımız bir hastalık resmi var zihnimde… Tabii aşısı bulunur da herkes aşılanabilirse temaslı işlemine de gerek kalmayabilir… Göreceğiz 😊
Röportaj: Uzm. Dr. Ayşe Gülsen TEKER