Merhaba değerli okurlarımız, ikinci röportajımızın konuğu birkaç ay önce Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD’da uzmanlık eğitimini tamamladı. Henüz çok yeni bir halk sağlığı uzmanı olan ve Muş’un küçük bir ilçesinde İlçe Sağlık Müdürü olarak görev yapan Uzm. Dr. Şeyma Görçin Karaketir. Büyük kurumlarda ya da küçük birimlerde hepimiz pandemi sürecini yaşıyoruz. İlk görev yerinde ilçe sağlık müdürlüğü yapan Şeyma’yla bölgede sürecin nasıl geçtiğini, görevinde ya da kişisel yaşamındaki zorlukları ve umut etmeyi konuştuk. Uzm. Dr. Şeyma Görçin Karaketir’e ayırdığı zaman için teşekkür ederiz.
Türkiye’nin en büyük ilinden tek başına küçücük bir ilçeye atandığında neler hissediyor insan?
Metropol hayatını seven biri olarak ilk zamanlarda benim için taşraya alışmak kolay olmadı. Ancak hissettiklerime odaklanamayacak kadar gerçek sorunlarım vardı. Kiralık ev yoktu mesela. Bir yandan da yeni hayata dair bir merak vardı içimde.
Günlük hayatında ya da çalıştığın birimde en çok seni neler zorladı? Neler iyi hissettirdi?
Mecburi hizmete ilk başladığımda bir ay kadar halk sağlığı uzmanı olarak görev yaptım. 3 aydır da ilçe sağlık müdürü olarak çalışıyorum. İlk zamanlar müdürlükteki hemen her işe dahil olmaya çalıştım. Okul aşılarına çıktım, su numunesi almaya gittim, neonatal tarama testlerini sisteme girdim, aile sağlığı merkezi denetimlerine katıldım. Akşamları da mevzuat okumaya çalışıyordum; taşrada sahiden geceler çok uzun!
Uzmanlık eğitiminde halk sağlığının daha çok akademik çalışma ayağı baskın. Oysa sahada bambaşka gündemler, pratikler var. Uzmanlık eğitimi içerisinde altı ay kadar sahada görev yapılıyor ancak bu sürede kişinin hangi becerileri edinip, ne öğreneceği girişkenlikle çok ilintili. Araştırma görevlisi arkadaşlarıma ilçe sağlık müdürlüğü rotasyonlarında daha aktif görev almalarını tavsiye edebilirim. İlçe sağlık müdürü olduğumda ise yıllardır var olan bir düzene dahil olmuş oldum. Yapılan işten ziyade personel ilişkileri hassas bir denge gerektiriyor. Bu ilişkide insanları can kulağıyla dinlemenin ve çözüme ulaştırılamasa dahi sıkıntıları konusunda çaba göstermenin faydasını gördüm. Hem aile hekimleri ile hem müdürlük personeli ile periyodik toplantılar yapıp gündemlerini yüz yüze konuşmak, bir sorun olduğunda asla sanal platformlarda tartışmamak birbirimizi iyi anlamamıza vesile oldu diye düşünüyorum. Bir ekip ruhu var şu an, pandemi döneminde gönüllülük esasıyla görevlendirme bu bağ olduğu için iyi işledi. Bir de kurum amirleri ve İlçe Kaymakamı ile olan bir yönetsel ilişki ağının içine girdim ki bu da kıymetli bir deneyim oldu benim için.
Günlük hayatımda ise mahrumiyet bölgesinde yaşamanın verdiği bir erişebilirlik sorunu oluyor ancak artık her yere kargo ağı ulaşıyor. Burada belli başlı market zincirlerinden üçü var. Artık bilgiye ulaşmak da çok kolay. İnternet altyapısının olduğu bir yerde ev bulmak yeterli. Kiralık ev bulmak zor, genelde herkes bir süre öğretmenevinde kalıp ancak ilerleyen zamanlarda eve çıkabiliyor. Burada iyi hissettiren şey ise zamanın bolluğu oldu, İstanbul’da günümün çoğu yolda geçiyordu. Pandemi öncesi için söylüyorum; burada gün kesinlikle 24 saatten uzun. Ayrıca ilçe halkının pek çok konuda çok yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Öğretmenler, sağlık çalışanları, polisler görünüm olarak oldukça farklı olduğu için, kimin memur olduğu yerli halk tarafından biliniyor ve yerlisi olmayan herkese “hocam” diye hitap ediliyor. Genelde müteşekkir bir tutumları var.
Daha uzman olmaya alışmadan yeni koronavirüs hepimizin olduğu gibi senin de hayatının orta yerine yerleşmiştir sanırım. Pandemiyi hangi kaynaklardan takip ettin? Nerelerden, kimlerden bilgi aldın? Çok yoğun ve çoğu kanıta dayalı olmayan bilgi bombardımanından nasıl koruyorsun kendini?
Her şey çok hızlı gelişti. İlk vakanın görüldüğü 11 Mart tarihinden 20 gün kadar önce Muş ilindeki tüm sağlık çalışanları ile COVİD-19 rehberini konuştuk birkaç oturumda. Bu oturumlara hazırlanırken salgınla ilgili literatüre de göz atma fırsatı buldum. Sağlık Bakanlığı’nın, Dünya Sağlık Örgütü ve CDC’nin internet sayfalarını takip ettim. HASUDER’in büyük emek vererek hazırladığı “Korona Postası” bilimsel ve değerli bir bilgi kaynağı oldu. TTB ve KLİMİK internet sayfalarına vakit buldukça göz attım. Akran eğitimi de çok önemsediğim bir yol. Gruplarda paylaşılan deneyimler, süreçle ilgili soru-cevaplar geliştirici oluyor.
İlinizde ve senin çalıştığın ilçede vaka görülmeden önce de hazırlık yaptınız mı pandemiye karşı? Özellikle senin çalıştığın ilçede kimlerle aktif olarak çalıştın, nasıl hazırlıklar yaptınız? Sence yeterince hazırlandınız mı? Şunu da yapmalıydık dediğin şeyler var mı?
İlçe Devlet Hastanesinin influenza pandemisi için hazırladığı bir pandemi planı mevcuttu. Başhekim ve hastane sürveyans sorumlusu hemşire ile bu planı COVID-19 için güncelledik. Kaymakam beyle görüşüp karantina için yatılı liselerin yurtlarını tek kişilik odalar halinde düzenledik. Hazırlık yaparken bizim ilçemizde buna pek de gerek kalmayacağı fikrindeydim. En yakın şehir merkezine 2 saat uzaklıkta, doğal karantinada bir ilçe. Türkiye’de ilk vakalar görülmeye başladığında daha çok Batı illerinde sınırlı kalacağını sanıyordum. Ancak bir ay sonra numune almam gerekti ve mart sonunda pozitif vakalarımız ortaya çıkmaya başladı. Yapılan hazırlıklar maalesef ilk anda unutuluyor. Süreç içerisinde hem pandemi planına hem algoritmalara dönüp bakmak gerekiyor. Yeterince hazırlanıp hazırlanmadığımız sorusunun cevabı şu an için muamma. Eksik kalan noktaları yaşadıkça göreceğiz muhtemelen. Salgının etki değerlendirmesini mutlaka yapmalıyız.
Sağlık Bakanlığı her ilde COVID-19 vakası olduğunu duyurduğu için sormakta sakınca görmüyorum. Senin sağlık müdürü olduğun ilçede de vakalar bulunuyor. Sürveyans süreciniz nasıl işliyor? Kimler görev alıyor?
Birinci basamak sağlık profesyonelleri çok özverili bir şekilde çalışıyorlar. İlk vaka görüldüğünde İl Sağlık Müdürlüğü’nün yönlendirmesi ile ekipler oluşturduk. İlçe Sağlık Müdürlüğü personeli ve bazı aile hekimlerimizin katılımı ile filyasyon, sahada izlem, eğitim ekibi, taşımadan sorumlu bir ekip ve yurtta kalanlar için karantina ekibi oluşturduk. Yurtta kalan vaka temaslılarımız oldu, şu an için yok ama yurtlar kullanıma hazır olarak bekliyor. Karantinadan sorumlu ekip yurt açık olduğu dönemde burada nöbet tutuyor ve günlük temaslıların muayenesini yapıyor, ihtiyaçları ile ilgilenip gerekli planlamayı yapıyorlar. Taşıma ekibi ise temaslılar ile iletişime geçip, uygun aracın ayarlanmasından, temaslılar taşındıktan sonra aracın dezenfeksiyonuna kadarki işlemlerden sorumlular. Eğitim ekibi; hem yurttaki personeli, hem yeni temaslıları ve hatta ekibin parçası olan herkesi izolasyon kuralları ve koruyucu ekipman kullanımı konusunda eğitiyor. Filyasyon ekibi; bize hastaneden bildirilen veya kendi saptadığımız vakaların temaslılarını belirleme ve bildirme işini yapıyor. Sahada izlem ekibi ise her gün evlere gidip temaslıların ve olguların ateş takibini yapıyor, semptom sorguluyor. Sağlık Bakanlığı temaslı izleminin telefonla yapılabileceğini söylüyor ancak küçük bir yerde olmanın avantajı olarak biz bu kişileri ev ziyareti ile takip etmeyi uygun gördük. Bu izlemlerde semptom görülürse ekibimiz evde numune alıyor. Bu şekilde pozitif vaka saptadığımız oldu.
Bir de yaklaşık 600 kişilik, yurtiçi ve yurtdışından ilçemize gelen kişilerin olduğu bir listemiz var. İlk tespitte onamlarını almak için saha izlem ekibi veya aile hekimi evde ziyaret ediyor. Sonrasında aile hekimlerimiz 14 gün boyunca telefonla arayarak takip ediyor. Bu konuda Emniyet ve Jandarma ekipleri de destekçimiz oldular. Sağlık çalışanı sorun yaşayabileceği hanelere bu ekiplerle gidiyor. İstanbul, Bursa gibi büyükşehirlerden oldukça fazla kişi geldi ilçeye. Bu kişiler çoğunlukla geldikleri yerde günübirlik işlerde çalışan, garsonluk, inşaat işçiliği gibi işler yapan ve küçük işletmelerin ekonomik olarak zora düşmesiyle işlerinden olmuş dezavantajlı kişiler. Ayrıca farklı bir profil olarak yıllarca büyükşehirde yaşamış, emekli, yaşlı kişiler de var köyüne dönen. Kendi açımdan en çok endişe veren bu grup oldu aslında. Nitekim İstanbul’dan gelenlerden pozitif vakalar çıkması sebebiyle bir köy karantina altına alındı.
Aile hekimlerimiz izlemlere ek olarak kronik hastalığı bulunan veya 65 yaş üstü olan kişilerin acil olmayan sağlık taleplerine de yanıt veriyor ve ev ziyaretleri gerçekleştiriyor.
Pandemiyle mücadele ederken halk sağlığı uzmanı olarak en çok hangi konularda zorlanıyorsun?
Sürveyans ağının geç aktifleşmesi bence talihsizlikti. HSYS’nin vaka takip modülü sayesinde vaka burada olmasa dahi temaslıları kendi bölgemizde ise görebiliyoruz. Temaslıları ve olguları görebildiğimiz bu sistem, öncesinde özellikle ilk vakaların çıktığı İstanbul’daki halk sağlığı uzmanı arkadaşlarım bu dinamik süreci yönetmede çok zorlandılar.
Kişisel koruyucu ekipman konusu var bir de. Henüz ilk vaka görülmemişken dahi aile hekimleri maske sıkıntısı yaşıyordu. Piyasada bulamıyorlardı, buldukları da fahiş fiyatlara satılıyordu. Bu motivasyonlarını çok düşüren bir durumdu. Hazır hissetmiyorlardı kendilerini olası bir salgına. Her zaman bir miktar vardı ekipmanları, sıfırlandığı hiç olmadı ama ilerleyen dönemde bulamayacaklarının endişesiyle rahatsızlardı. Hekimler bu konuda tam bir güven duymak istiyorlar. Gelinen noktada ise artık kimse kendisi temin etmiyor, il sağlık müdürlüğünce dağıtımı yapılıyor. Şu an koruyucu ekipman konusunda yeterli stoğumuz mevcut.
İlçemiz özelinde ise halkın yaklaşık %70’i kırsalda, köylerde yaşıyor. Bazen temaslıları bulmak için 50 km ötedeki köylere ulaşmak güç olsa da yerli halkın ikna edilebilir olması da bir avantaj.
Pandemi kişisel olarak neler yaşatıyor sana? Kimlerle yaşıyorsun bu süreci?
Bu dönemde tüm hekimler gibi ben de çok yoğunum. Kaymakam beyle ve il sağlık müdürlüğünden yöneticilerle hemen her gün irtibattayız. Kendime ayırabildiğim kısıtlı zaman diliminde bazen farkındalık ve nefes egzersizleri yapıyorum. Sağlık çalışanlarının stresle baş etme becerilerini geliştirmeleri gerekiyor. Bir çoğumuzun hayatında radikal değişiklikler oldu. Ruh sağlığımızı koruyarak bu süreci atlatmak zorundayız.
Mecburi hizmete başladığımda İstanbul’a sık sık gidip geleceğimi düşünüyordum. Bunun yoksunluğunu yaşıyorum biraz. İstanbul’u, sokaklarında dolaşmayı, bir sergiye gidip sonrasında deniz kenarında kahve içmeyi, tarihten bir izle bağ kurmayı ve elbette arkadaşlarımı özlememek mümkün değil. Bu rutinler ne denli kıymetliymiş, salgın bunu da öğretti.
Bu röportajlar için klasikleştirmek istediğim bir soru var. Bir ay, birkaç ay sonra ya da bir yıl sonra ülkemiz ve dünya için nasıl bir resim canlanıyor aklında?
Bence bir ay pandeminin değişiklik göstermesi için çok yakın bir tarih. Bilim insanlarının söylediklerine bakılırsa hemen normal hayata kavuşamayacağız gibi gözüküyor. Bunun pek çok belirleyicisi var. İnsanların izolasyona ne kadar uyacakları, davranış biçimleri, sağlık çalışanlarının ne kadarının enfekte olacağı, sağlık sistemi ve altyapısı, sağlık hizmetlerine erişebilirlik gibi faktörler değerlendirilerek tahminlerde bulunmak daha gerçekçi olur.
Öte yandan sosyal, ekonomik, politik ve kültürel açıdan da pek çok iz bırakacağı aşikâr. Olmuş olandan çok insanlık olarak bu duruma vereceğimiz tepki öneme sahip.
Her sabah uyandığımızda en çok umuda ihtiyacımız oluyor bu süreçte. Senin umutlu olmak için bir nedenin var mı? Bize de söyleyebilir misin?
Bana umut veren şeylerin başında salgını kontrol altına almış olan Singapur gibi ülkeler ve Çin’de hızların düşmüş olması geliyor. Yapılabilirliğini görmek güç veriyor. Elbette aşı çalışmalarının bu kadar hızlı başlamış olması ve aşının yaygın olarak kullanılma ihtimali de çok umut verici. Ümitsiz olmak pek bana göre değil, ümit her zaman var. Ancak dünya vatandaşı olarak büyük dersler çıkarmamız gerekiyor. Son yıllarda doğaya verdiğimiz zarar, ekolojik yıkım, iklim krizi pandemi sonrasında umuyorum ki hepimizin, her ülkenin gündeminde daha büyük önem arz eder. Hastalıktan korunmak için şimdi yüksek sesle yapılan uyarılar bireysel hayatımızda kültürel olarak yerleşirse bunu da önemli bir kazanç olarak görüyorum. Ekonomik anlamda sarsılan ve daha kırılgan olan grupları destekleyebilirsek, sosyal adaleti sağlayabilirsek bu süreçten daha güçlü çıkabiliriz. Virüs her kesimden, her statüden insana bulaştı ayrım yapmaksızın. Herkes tek bir şeyi konuşur oldu. Bunun birleştirici bir güç olmasını düşlüyorum. İnsanlığın bu engeli de aştığı ve dayanışmanın, paylaşımın temellerini attığı bir dünya beni umutlandırıyor.
HASUDER’e ve sana bu röportaj için çok teşekkür ederim.
Röportaj: Uzm. Dr. Ayşe Gülsen TEKER
aysegulsenteker@gmail.com