Merhaba Değerli Okurlarımız,

‘Pandemi Sohbetleri’ serimizde yaşadığımız süreci tüm yönleriyle ve olabildiğince çok farklı alanda çalışan halk sağlıkçılarla konuşmak, ele almak istiyoruz. Bu nedenle bu hafta pandeminin ruh sağlığımız için oluşturduğu yükü, hem toplum hem birey bazında ele aldık ve ruh sağlığını korumak için yapılabilecekleri konuştuk. Konuğumuz Prof. Dr. Ahmet Topuzoğlu hem bir Halk Sağlığı Uzmanı hem de bir Psikiyatr. Kendisi halen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD’nda Öğretim Üyesi olarak görevini sürdürüyor. Hocamıza bize ayırdığı zaman için teşekkür ederiz.

Pandemi süreci bizi pek çok bakımdan zorladığı gibi ruhsal olarak da çok etkiliyor. Toplum ya da birey bazında pandeminin ruh sağlığımıza etkileri konusundaki gözlemleriniz neler? Pandemi süreci ilerledikçe bu etkilerin boyutu nasıl değişecektir?

Pandemilerin ruhsal sağlığı bireysel ve toplumsal düzeyde etkilediği doğrudur. Hollywood yapımları korku, kaygı toplumsal yok oluş filmlerini toplum ruh sağlığını daha büyük korkular var diyerek manüple ederken salgın temasını da işliyordu. Öldürücü, havayoluyla bulaşan pandemi söz konusu ise korku ana duygusal temadır. Topluma yönelik korku stratejisi sinemada işlenirken salgının konu edilmesinde beklenen pandeminin etkisi oldu, SARS salgını, Kuş gribi salgını ve 2009-2010 influenza salgını da yeni salgınların habercisiydi. Bununla birlikte yaygın korku, tüketim psikolojisinin bir parçasıdır ve korku tüketimi artırır, bu yüzden insanlar fazlaca akla dayalı kararlar vermesin diye toplumsal korkular çokça tetiklenir. Bu hali hazırda süren ekonomik sistemin ruhsal bir bileşeniyken, influenzadan beklenen pandemi, fatalitesi daha yüksek SARS-CoV-2 pandemisi ile gerçek oldu. Hatta korku o kadar yükseliyor ki zaman zaman bu korkuyu frenlemede işe yarayan UFO haberleri servis etmek bizzat Pentagon tarafından gerçekleştirildi ve gerçek olup olmadığı belirsiz UFO görüntüleri yayımlandı. Bu da aslında korku temasını, dünya ötesine de taşıyan ama dünyadaki halimize de şükrettiren bir sınır koymayı sağlıyor. Bir de uzaylılar eksikti diye düşünüyorsunuz. Aslında toplumsal ruh halimiz ekonomik sistem içinde de sürekli yönetiliyorken, şimdi toplum gerçek bir tehlikenin içine düşmüş oldu. Zaten ekosistemimizde bir korku teması mevcuttu. Dikkat edilirse SARS-CoV-2 pandemisi her türlü sistemi test ediyor. Bireysel olarak immün sisteminizi, bedensel sağlığınızı, ruhsal sağlığınızı, ekonomik durumunuzu, toplumsal bağışıklığı, salgın yönetim deneyiminizi, sağlık sisteminizi, sosyal sisteminizi ve insan ekolojisinin her yönü pandemi tarafından test ediliyor. Ne kadar dayanıklı sistemlerimiz olduğunu bu şekilde gözleyebiliyoruz. Ruh sağlığında da böyle, bireysel ve toplumsal olarak psikolojik dayanıklılığımızın ve davranışlarımızın testten geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. İnsanlık bu konuda veba ve kolera salgınlarından beri deneyimlidir. Tarihsel olarak da salgınla insanlık ilişkisi birçok davranış örüntüsünü oluşturarak gelişmiştir. Türkiye’de de ortaçağ Avrupa’sında veba salgınlarında olduğu gibi ilk önce olanağı olanlar sayfiye evlerine taşındılar, salgından korkup kaçmak ve bu şekilde tedbir almak eski davranışlardan biridir. Bu durum kırsalda salgını yaygınlaştırır. Panikle eczanelere hücum ederek hidroksiklorokin tabletleri tüketildi. Panikle yiyecek alışverişi yapıldı. Biriktirme davranışı yaygın olarak gözlendi. Sokağa çıkma yasağı ilk açıklandığı sırada oluşan iki saatlik panik, yedi gün sonra salgının üçüncü tepesini oluşturdu. Bunlar salgının üstel artış döneminde gözlenen korku ve panik davranışlarıydı. İnsanları buna iten özellikle pandeminin yarattığı belirsizliktir. Hastalığın bulaşıp bulaşmayacağı, bulaşırsa ne şiddette geçeceği, en iyi korunma yolunun ne olduğu konusunda belirsizlik paniği beslemektedir. Kişisel korunma yolları ile ilgili basit ama etkili yöntemler konusunda toplum sürekli bilgilendiriliyor. Dikkat çekici olan ise korunma önlemleri içinde maskenin halk tarafından sihirli bir çözüm olarak algılandığı gözleniyor, diğer tüm öneriler maskenin yanında çoğunlukla ikinci planda kalıyor. Maske aynı zamanda yöneticilerin salgın karşısında çaresiz ve güçsüz hissedenlere ulaşma aracı olarak somuttu; maskeye ulaşılamadığı ölçüde de çaresizlik, yetersizlik ve güçsüzlük duyguları tetiklendi. Maskenin yüz koruyucu versiyonları, kolayca yapılabilecekken bizim ülkemizde pek rağbet görmedi. Diğer basit ama etkili korunma yöntemleri ikinci planda kaldı. Bu durumu, kronik hastalıklardan korunmada ilaç kullanımına benzetebilirsiniz. Beslenme ve fiziksel egzersiz önerileri hep geri planda kalır. İnsanlar salgın tepe platosunda seyredip aşağıya doğru evrilirken bu sefer ne zaman biteceğine ve ne zaman sınırlamaların kaldırılacağına odaklandılar. Salgında evde kalma stratejisine sabır gösterilemediğini bu aşamada gözlüyoruz. Türkiye’de salgın yavaşlarken kontrol önlemlerinde serbestleştirmelere geçildiğinde, toplumun nasıl uyum göstereceği tam kestirilemiyor. Genellikle de uyulmayacağı konusunda bir algı var. Kurala uyma davranışları yerine sürekli bir esnetme davranışı olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bunun uç örneği kolluk güçlerine karşı koyma şeklinde kendini gösteriyor ve hafta sonu sokağa çıkma yasağına uymayan kişilere yazılan cezalarda da kendisini gösteriyor. Salgında antisosyal davranış paternlerinin de daha görünür olduğu anlar oluyor. Aslında her türlü belirgin kişilik özelliğinin, salgında bir davranış özelliğine evrildiğini de görebilirsiniz. Örneğin normalde belirsizliğe tahammülsüzlüğü olan birinin pandemi döneminde çok sıkıntıya girmesi mümkündür. Kaygıyı besleyen, her zaman en kötü olasılığı düşünme alışkanlığının yine bu dönemde panik atağa yol açması olasıdır. Pandemi sürdükçe, ruhsal durum ile ilişkili olarak, bireysel ve toplumsal davranış ekseninde, yeni morbiditeler ve mortaliteler yaratma potansiyeli de sürecektir. Akut stres, uyum bozukluğu, post travmatik stres belirtileri ve özkıyım olguları gözlenebilir. Başlangıçta İngiltere’de toplum bağışıklığı stratejisinin uygulanması yaklaşımının ardında, insan davranışının izolasyon ve karantina uygulamalarına yanıtı da yatmaktaydı. Post-modern toplumda sadece ekonomik olarak değil, ruhsal açıdan, davranışsal açıdan da bu uygulamaları yerine getirmek oldukça zordur. Bugüne kadar iyi geldik denebilir, bundan sonra ise benim beklediğim toplumda bir an önce eski normale dönüş arzusu olacaktır. Özellikle öz sorumluluğa bırakılan önlemler hafta arasında oldukça esnetilmektedir. Bunun salgın grafiğine de yansımaları olur.

Pandemi süreci insanları alışık oldukları hayattan uzaklaştırdı. Hem özgürlüklerini sınırlandırdı hem de hayatlarına yeni bazı alışkanlıkları eklemelerini gerektirdi. Uzun vadede kişi veya toplumlar bunun devamlılığını sağlayabilir mi? Yoksa bir yerde uyumlarını yitirirler mi?

İnsanların pandeminin bir an önce geçmesi arzusunun ardında, eski alışkanlıklara dönme arzusu yatıyor. Aslında ekonomik ve sosyal açıdan böyle istendiğini şirketlerin televizyonlara verdikleri reklamlardan, insanların televizyona çıkan uzmanlara sordukları sorulardan anlayabiliyorsunuz. Düğünümüzü yapabilecek miyiz? Havuzda mı yüzmek, denizde mi yüzmek daha güvenli? Tatil yapabilecek miyiz? Bu sorular normale dönme arzusunu yansıtıyor. Hangi pandemi topyekûn davranış değişikliği yaratmış geniş kitlelerde bilemiyorum. Hatta baktığınızda tarihsel salgınlarda görülen davranışların tüm dünyada tıpa tıp aynısı gösteriliyor. Değişim olasılığı, sadece virüsün aynı şiddette daha uzun dolaşımına bağlı, bu da epidemiyolojik olarak pek mümkün gözükmüyor. İnsanlar önlemlere tahammül edemedikleri ölçüde enfeksiyon zincirine yeni halkalar ekleyerek, salgını toplumsal bağışıklıkla bitirme eğilimindeler. Hastane kapasitemiz aşılmadıkça bu eğilimi göğüsleyebiliriz.

Bireyler gündelik yaşamlarında pandeminin getirdiği stresle nasıl mücadele edebilirler?

Kişisel özelliklerinizle bugüne kadar dağarcığınızda strese karşı dayanıklılıkta pandemi günlerine neyi taşıdınızsa kullanmanın tam zamanı. Bunlara yenilerini de eklemeye çalışmak iyi olur. Hobiler varsa ona devam etmek en iyisi olurdu. Günü planlamak, evle ilgilenmek, sosyal ilişkileri internet bağlantısı üzerinden sürdürmek, hafif egzersiz, sağlıklı yiyecekler pişirip tüketmek, alışverişi planlamak, gün içinde haberlere belli bir saat ayırmak ve sürekli kaygı doğuran haberlere odaklanmamak, güvenilir kaynaklardan haber almak önemli olur. Evden çalışma rutini oluşturmak da uğraşıları sürdürmek açısından önemli olacaktır. Çalışmak zorunda kalanlar ise ayrıca bugünlerde neden tam bir sokağa çıkma yasağı ilan edilmediği için kendilerini kötü hissedebilirler. Bir de ne olursa olsun çalışmaya devam etmek zorunda olanlar var ki bu her iki grupta tükenme sendromu belirtileri görülebilir. İş yerlerinin de çalışanlarının COVID-19 hastalık riskinden korunma ve çalışanlarının ruh sağlığını korumak açısından önlem almaları gereklidir. Çalışanlar en çok yakınlarına hastalık bulaştırma endişesi taşırlar. Sadece kaygılanmak gerekli önlemlerin alınması konusunda kişiyi paralize edebilir. Bu yüzden aşırı kaygılı çalışanlara psikolojik destek sağlanması gerekir, yöneticilerin de çalışanlara destek olması gerekir.

Hangi durumlarda kişi stresle tek başına mücadele edemediğini ve yardım alması gerektiğini düşünmelidir?

Kişi karantina koşullarında evde sıkıntılı hissediyor, günlük işlerini yapamıyor ise, çalışanlar işteki ve evdeki sorumluluklarını yerine getiremeyecek şekilde kaygılı, stres içinde ya da depresif semptomlar gösteriyorsa, yardım almaktan çekinmemelidir.  Yardım isteği, geçmiş travmatik yaşantıları canlanan ya da pandemide kayıpları olan kişiler için son derece doğal olmalıdır. Benim enfeksiyon polikliniğinde gördüğüm bir hasta, anne ve babasını COVID-19 nedeniyle kaybetmişti. İşe dönmesi gerekiyordu ve iş yeri ondan negatif olduğunu göstermesini istiyordu. Bu nedenle hasta ilk tomografisi ile son tomografisini karşılaştırabilecek bir radyolog arıyordu, çabası iyileşmiş olduğunu ispat etmek yönündeydi. Kayıplarını yaşayacak, duyumsayacak bir fırsatı bile olmadığı, bir inkar durumu içinde olduğunu düşündüm. Bu durumda inkar da kişiye hizmet eder, kaçınılmaz olarak yasın diğer aşamaları peşi sıra gelecektir, bu süreçte yardım almak gerekebilir. Şirketinin yaptığı ise pandemi sırasında hastalananlara yönelik ‘sosyal stigmatizasyona’ bir örnek oluşturuyor. Sağlık Bakanlığı kılavuzlarına göre bu kişi izolasyon süresini tamamladıktan sonra herkes için geçerli önlemleri alarak çalışabiliyor. Şirketler sürekli işe dönüşte test isteyerek, yeni olgu bulmada kullanılacak test kapasitesini azaltan bir davranış gösteriyorlar. Sağlık Bakanlığı kurallarından şirketlerin ari olduğunu gözlüyorum. Kendi kaygılarını salgın yönetimine katkısı olmayan bir kural yaratarak aktarıyorlar.  Salgının inen koluna geçerken bu durumu daha fazla gözlüyoruz. Öte yandan test kapasitesi de zaten azaltılmış oldu ki yeni kriterlerle azalmasına izin vermemek de iyi bir strateji olabilirdi.

Sağlık Bakanlığı 81 il için Psikososyal Destek Telefon Hatlarını duyurdu. Bu hatlar işlevsel oldu mu? Bunun dışında toplumun ulaşabileceği destek kaynakları var mı?

Bu birimlerle ilgili doğrudan bakanlık kanalıyla aldığım bir bilgi yok, medyadan gözlediğim kadarıyla kısa sürede 30.000 kişiye ulaştığı ve yararlanan kişilerin deneyimlerinden bildiklerimle oldukça memnuniyet uyandırdığı yönünde bir bilgim oldu. Bununla birlikte uzmanlık dernekleri, İstanbul Psikodrama Enstitüsü, Bir İz Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin ve belediyelerin çalışmaları da var.

Sağlık çalışanları COVID-19 ile ilgili her konuda olduğu gibi pandeminin ruh sağlığı etkileri bakımından da en riskli durumda bulunuyorlar. Sağlık çalışanları için önerileriniz ne olur? Kurumlar çalışanları için nasıl psikososyal destek mekanizmaları oluşturmalıdır?

Sağlık çalışanları açısından da COVID-19 olgularıyla karşılaşmak, psikolojik stres ve ruh sağlığı açısından bazı belirtiler geliştirmelerine yol açabilir. Uğraşılan olgunun riskli niteliği ve sayının artışı özellikle üstel artış döneminde kapasitenin karşılanamayacağı endişesi yaygındı. Aşırı iş yükü, kişisel koruyucu eksikliği, spesifik ilaçların ve korunma yöntemlerinin olmayışı, yetersiz desteklendiğini hissetme sağlık çalışanlarında ruhsal bir yük oluşturabilir. Sağlık çalışanları ailelerine, iş arkadaşlarına ve arkadaşlarına hastalığı bulaştırmaktan endişe etmektedirler. Belirsizlikler karşısında yoğun kaygı gösteren ve aynı zamanda salgında çalıştıkları için yaşadıkları çevrede damgalanma olguları oldu. Çalışma konusunda isteksizlik ve istifa eğilimleri de gözlendi. Wuhan’da da sağlık çalışanlarında artmış stres, kaygı ve depresyon belirtilerinde artış gözlenmiştir. Hemşireler, ön alanda çalışanlar ruh sağlığı açısından daha fazla risk altındadır. Pandemi sırasında korku duymak, kaygılanmak son derece doğaldır. Bu duyguları reddetmek ya da bunları hissetmemeye odaklanmak üzere sürekli akla uydurmaya yönelik çıkarımlarda bulunmak, en kötü olasılıkları düşünmek, işlevsel davranışların geliştirilmesini geciktirir ya da engeller. Önemli olan korku ve kaygıya tamamen kapılmadan, bilimsel ölçütleri ve korunma yöntemlerini yaşama geçiren davranışları uygulamaktır. Sağlık personelinde ilk anlarda yükselen kaygı olguların yönetiminde deneyim kazandıkça yatışmaktadır.

Pandemiden özellikle etkilenen ve uzun süredir zorunlu olarak evde bulunan iki grup 20 yaş ve altı ile 65 yaş ve üzerindeki kişiler. Çocuklar ve yaşlılar süreçten nasıl etkileniyor onları bu etkilerden nasıl koruyabiliriz?

Bir aydan fazla evde kalmak zorunda olanlar çocuklar ve yaşlılar sabırlarının sınırındalar. Ancak hem bulaş kontrolü ile ilgili kurallara uyma konusundaki davranış sorunları hem kültürel özellikler, hem de salgın yönetimi politikaları nedeniyle esnek stratejiler uygulanamaz durumda. Bu iki grup, bir ay daha evde kalacak gibi görünüyor. Çocuk ve ergenler için ilgili uzmanlık derneği ayrıntılı ve yaş dönemlerine özgü önerileri bir rapor halinde sundu. Her yaş grubu için söylersek evdeyken uğraş içinde olmak, günü programlamak ve kişisel rutinler oluşturmak, hafif egzersizi de uygulamakta fayda var.

Siz pandemi konusunda kurumunuzda ya da bireysel olarak hangi görevleri alıyorsunuz? Neler yapıyorsunuz?

Pandemi öncesinde toplum ruh sağlığı çalışmaları, özkıyımın önlenmesi gibi konularla ilgileniyordum. Hatta bir ‘özkıyım epidemisi’ içinde olduğumuzu da düşünüyordum ki pandeminin bu durumu daha da derinleştirmiş olma olasılığı var. Salgın başlayınca Marmara Üniversitesi S.B. Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Enfeksiyon hastalıkları Anabilim Dalı ile birlikte çalışmayı tercih ettik. Bizim kampüsümüz hastaneden ayrı, Maltepe’de anabilim dalımız temel bilimler binasında yer alıyor. Hastane ise Pendik’te, her sabah polikliniğe gidip ayaktan hasta takibi yapıyorum. Hastanede ilgili branşlarla birlikte kararlaştırdığımız yatan hasta ve ayaktan hastalar için bir veri tabanını, iki halk sağlığı öğretim üyesi ve on dört asistanımızla oluşturmak için çalışıp veri topluyoruz. Asistanlarımız aynı zamanda servis nöbetleri ve COVID-19 triaj nöbetlerine de katılıyorlar. Salgın iyi bir eğitim fırsatı da doğuruyor. Salgın olgularının görüşmeleri, birçok örnek olayı izleme ve öğrenme fırsatı veriyor. Verilerimizi analiz ettiğimizde hastalıkla ilgili yerel bilgimizi de oluşturmuş olacağız. HASUDER toplum ruh sağlığı çalışma grubuyla toplanıp, fikir alışverişinde bulunup ürün oluşturma sürecine katılıyorum. Televizyon programları oluyor, Halk Sağlığı alanı daha görünür oldu ancak programlarda konu salgın yönetimi olmasına rağmen yine epey cerrah var, kalp damar cerrahlarına ve göğüs cerrahlarına nispet olsun diye bir daha televizyona çıkarsam ECMO’dan bahsetmeyi planlıyorum (!), çünkü onlardan hiç duymadım. Gerçek şu ki tıp alanında narsistik eğilimler güçlü olduğu için her zaman alan kapma, rol kapma mücadelesi vardır. Bunu uzmanlık alanımız açısından göz ardı etmemek gerekir.

Pandeminin pek çok şeyi değiştireceği konuşuluyor. Sizce bu doğru mu? İnsan davranışları, bireyler arası ilişkiler ve toplum süreç sonrasında nasıl değişecek?

İnsanlar genellikle tehlikeler için miyopmuş gibi davranırlar, önlerindeki olayla endişelenir, geçmiş dersleri hızlıca unutur, uzun erimli tehlikeleri de ihmal ederler. Salgın tehlikesi geçtikten sonra da eski tüketime dayalı toplumun gerekleri hayata geçirilmeye çalışılacak. Benim tahminim virüs ortadan kalkabilir, o zaman bir dahaki pandemiye kadar toplum unutur ya da virüs önceden olduğu gibi önümüzdeki dönemde endemik hale dönüşebilir o zaman da hastalık influenza pnömonileri gibi mevsimsel bir pnömoni olarak hastanelerin ilgili bölümlerini meşgul edecektir. Korunma önlemleri, risk grupları için önemli olacak. ÜSYE geçiren hastaların evde kalmaları uzun süre toplum tarafından kabul gören bir davranış olarak görülebilir. Kişisel hijyen davranışları güçlenebilir. Uzaktan eğitim, uzaktan tıbbi değerlendirme gibi alanlar gelişebilir. Uzun süre seyahatlere uçaklarla rahat çıkılabileceğini zannetmiyorum. Uluslararası seyahatler daha azalacaktır. Ruhsal açıdan baktığımızda toplumda birçok dayanışma örneği de sergilendi. Sağlıklı bir paylaşım ve anlayış ortamı da oluştu. Sağlık çalışanlarına yönelik olumlu davranış da gelişecektir. Toplumsal dayanışmanın güçlendiğini ve sağlık alanında bazı gelişmiş ülkelerdeki tablolar oluşmadığı için toplumda bir güvenç oluştuğunu da söyleyebiliriz. Hastanelerde sağlık personellerinin enfeksiyon kontrol önlemlerinin uygulanmasında uyumlarının ve influenza aşısı olma oranlarının artmasını bekliyorum.  Erişkin bağışıklama konusunda da tüm toplumda ve özellikle risk gruplarında olumlu bir gelişme olabilir. Aşı redlerinde de azalma beklenebilir.

Son olarak ülkemiz ve dünya için birkaç ay ya da yıl sonra nasıl bir resim var zihninizde?

Pandemi aslında SARS ve MERS salgınlarından sonra olasıydı, her zaman şiddetli bir influenza pandemisi daha olası görülüyordu, dünyada önemli sağlık kurumları da bunu öngörseler de müdahil olamadılar. Bu izlemi yapabilecek ülkelerdeki kamu kaynak kısıtlamaları da yeni gelişebilecek salgınların izlemi konusunda zafiyet yaratmış görünüyor. Pandemide sağlık sistemini özelleştirmenin, kaynak kısıtlamalarının, altyapı eksikliğinin mortalite üzerine etkisi olduğu gözlendi. İngiltere’de NHS üzerine tartışmaların artık olanakların kısıtlanması yönünde olamayacağı görülüyor. Salgın izleme sistemleri, aşı üretimi gibi konularda gelişme olacaktır. Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmasının ne kadar stratejik bir hata olduğu görüldü. Türkiye’de aşı üretimi, tıp teknolojisi üretiminde gelişmeler olacağı görülüyor. Daha iyi bir araştırma finansman sistemi oluşabilir. Üniversite hastaneleri, Sağlık Bakanlığı hastaneleri ayrımı, üniversiteler arasındaki finansman farklılıkları son bulabilir. Dünyada ve Türkiye’de koruyucu hekimlik önemini daha da artıracaktır. Halk sağlığı alanı daha görünür olacak ancak koruyucu hekimlik pratiğinin tıbbi alana daha fazla girerek geliştirilmesi gerekecektir. Koruyucu hekimlik alanı gelişecektir, ayrı bir uzmanlık alanı olarak da gelişebilir, ben Halk Sağlığı içinde gelişmesinin en sağlıklısı ve bilimsel temele dayanan biçim olduğunu düşündüğümden Halk Sağlığı tıp uzmanlığının “Halk Sağlığı ve Koruyucu Hekimlik” uzmanlığı olarak nitelendirilmesinin de önemli bir çerçeve çizeceğini düşünüyorum. Hizmet üretmeyen bölüm, temel bilimler içinde yer alsın tartışmaları bu şekilde bitirilebilir. Bunu biraz daha açarsam salgın döneminde yaşadığımız pratikte, asistanlarımız her alanda çalışıyor olmalarına rağmen ödeme günü geldiğinde, hizmet üretmeyen bölüm olarak adlandırılarak hem COVID-19 hastalarına hizmet verdiklerinde hem de bu şekilde hizmet vermedikleri ama rotasyonda oldukları kliniklerde daha az performans geliri elde ettiler. Bu durumda üniversiteye bağlı asistan ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı asistan ayrımını da yaşadılar. Çalışanlar lehine düzenlemelere gereksinim olduğu salgın döneminde bir kez daha ortaya çıktı.  Yaşanan olumsuz performans ödemesi yaklaşımı oldukça tüketici bir deneyim oldu çünkü çaba-ödül dengesizliği oluştu.  Salgın yönetimi bizim ana konularımızdan en önemlisi, bu alanda var olarak yaklaşımımızı uzmanlığımızla göstermeye devam etmemiz gerekiyor. Bu anlamda matematiksel epidemiyolojinin de gelişimine yönelik çalışmalar olacaktır. Salgınların şeffaf yönetilmesi gereği ile ilgili kültürün ülkemizde geliştirilmesi gerekiyor. Bu risk iletişiminin ve güven oluşturmanın en önemli ayağıdır, toplumu da olgunlaştırır. Bu amaçlarla ABD’deki Mortality Morbidity Weekly Report benzeri haftalık bir bültenin Türkiye için oluşturulup yayımlanması en önemli girişim olur. Bulaşıcı hastalık kontrolü, bilimsel alanın gelişimi amacıyla, siyasetçilerin kontrol etmekten vazgeçtikleri bir alan olmak zorundadır. Sağlık Bakanlığı’nda çalışan uzmanlarımız da deneyim kazandılar ve çok büyük çaba gösteriyorlar, birinci basamak sağlık sisteminin önemi de görüldü. Bu alanların sağlık sistemi içindeki önemini artırarak sürdüreceği görülüyor. Yanı sıra toplum ruh sağlığı hizmetlerinde bir ümit verici gelişme, salgın sırasında yaygın olarak psikologların topluma ruh sağlığı hizmeti vermesi oldu. Bu deneyim uzun vadede psikologların toplum ruh sağlığı hizmetlerinde daha etkin olmasının önünü açabilir. Dünyada kamusal finansmanla yürütülen politikalar özellikle Avrupa’da yaygınlaşabilir. Yurttaşlık geliri bazı ülkelerde uygulamaya geçirilecek gibi görünüyor. Bu uygulamanın kapitalist ülkelerde sağlığın sosyal belirleyicileri açısından çok önemli bir koruyucu işlevi olabilir. Evrensel sağlık güvencesinin ne kadar önemli olduğu salgında bir kez daha görüldü. Türkiye ise yurttaşlık geliri konusunda Avrupa’yı takip edebilir görünüyor. Hastanecilik hizmetlerinin özelleştirilmesi ya da kamu özel ortaklığı finansman modeli ile şirket yönetimlerine devredilmesinin uzun vadede getirebileceği zararlar bu pandemide benzer yöntemleri bizden önce uygulayan ülkelerde gözlendi. Ülkemiz açısından ders çıkarılması gerekir diye düşünüyorum. Pandemi can alıcı bir gerçeklik olarak post-modernizmin ve onun politika ürünü hakikat sonrası çağın sonunu getirip daha fazla bilimin önünü açabilir, çünkü artık gerçeğin ne olduğu daha önemli oldu. Her türlü komplo teorisi ise gerçeği bulanıklaştırma çabasının göstergesi olarak dikkatten kaçmıyor. Pandeminin bana düşündürdüklerini paylaşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.

Röportaj: Uzm. Dr. Ayşe Gülsen TEKER

 aysegulsenteker@gmail.com

Paylaş