Değerli Okurlarımız,

HASUDER COVID-19 Çalışma Grubu olarak yaşamakta olduğumuz pandemi sürecinde güncel veri, haber ve bilgileri sizlere ulaştırmaya çalıştık, bu alanda söz sahibi kurumların önerilerini sizinle paylaştık. 

Bugünden itibaren ise bu süreci yaşayan bireylere söz verip; pandemi konusundaki görüşlerini, pandemiye karşı yapmakta oldukları görevleri onlardan duyacağımız röportajlar yayınlayacağız. Bu röportajlarda ayrıca sürecin insan olarak onlara neler yaşattığını, içinde bulunduğumuz dönem ve sonrası ile ilgili düşünce ve duygularını paylaşacağız. Bilginin yanında tecrübeye, birbirimizi duymaya ve dinlemeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.

İlk röporatajımızı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD Epidemiyoloji BD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Belgin ÜNAL ile gerçekleştirdik. Kendisi 20 yılı bir süre önce aynı üniversitede halk sağlığı uzmanlık eğitimini tamamlamış. Belgin Ünal Halk Sağlığı ve Epidemiyoloji alanına sayısız katkıları bulunmuş birisi. Bizimle her saatinin çok değerli olduğu süreçte bu röportajı gerçekleştirdiği için Belgin hocamıza teşekkür ederiz.

COVID-19 pandemisinin boyutunun büyüklüğünü ilk ne zaman farkettiniz?

Ocak ayının ilk günlerinde haberleri duyduğumda ‘Çin’de bir şeyler oluyor yine.. ama herhalde bir salgın olur ve orada kalır’ diye düşündüm.  Salgının olgu sayıları arttıkça ve 60 milyonluk bir bölge kapatılınca bu iş ciddi diye düşünmeye başladım.  DSÖ, CDC, ECDC gibi kaynaklara nerdeyse her akşam göz atıyordum. Sonra geceleri uyumadan önce okunacak şeyler artmaya ve kaygı verici olmaya başladı. Uykularım kaçtı. Literatürde de bir panik hali vardı. Lancet, BMJ, NEJM gibi dergilerde başlarda araştırma sonucundan çok uzman görüşü ve yorumlar vardı ve bazen birbiriyle çelişen görüşler olabiliyordu.  

Sizce pandeminin oluşturduğu tehditi farketmek konusunda geç kalındı mı?

Tehditi farketmekte geç kalındığını şimdi bulunduğumuz noktadan söylemek kolay. Ancak tehdidi fark etmekle bunu yüksek sesle söylemek arasında uzun bir mesafe olduğu kesin. Çünkü sağlık, hastalık, salgın, doğal ya da insan eliyle olan afetler hepsi sosyal, ekonomik ve politik konular. O nedenle Uluslararası örgütler ve ülkeler bu konuda yavaş (ve belki temkinli) olmaya çalıştı. Bir de önceki Korona salgınları olan SARS ve MERS görece sınırlı kaldığından COVID-19’un küresel bir tehdit olabileceğinin kabulü konusunda herkes biraz geç kaldı. Yeni ve bilinmeyen bir durumla ilgili olarak bilgi ne kadar sınırlıysa varsayımlar o kadar fazla olur ve varsayımların bir kısmı gerçek hayata uymayabilir. Covid-19’da bunu çok fazla yaşadık. Nerdeyse hiçbir öngörü tutmadı!

Dünyada pekçok salgın hastalık gördük ve görmeye devam ediyoruz. Hatta 2009’da da bir pandemi yaşadık. COVID-19 hangi yönüyle daha öncekilerden farklı?

COVID-19 yeni bir hastalık olması,  sağlık sistemini felce uğratabilecek düzeyde hızla yayılması ve fatalite hızının belli yaş gruplarında yüksek olması ve henüz spesifik bir tedavisi ya da aşısı olmaması nedeniyle öncekilerden farklı. Bir de yayılımı düşünecek olursak şimdiye kadar salgın hastalıklar daha çok yoksul, az gelişmiş ülkelerin sorunu olarak görülürken COVID-19 tüm dünya ülkelerini etkiliyor. Bu yönüyle ben virüsün insanlığa bir çeşit adalet duygusu yaşattığını düşünüyorum. 

Salgının pandemiye dönüşmesini önleyebilir miydik?

Küreselleşen Dünyada insanların ve eşyaların hareketi çok fazla. Bu hareketlilik salgın yapıcı etkenlerin yayılmasını çok kolaylaştırıyor. Nüfus artışı, insanlığın doğaya gittikçe invaze olması ve ekolojik dengeyi bozması gelecekte daha çok pandemiler yaşayacağımızı gösteriyor. Ancak insanlık deneyimlerinden öğrenebilen ve zor durumda birlikte hareket edebilen bir tür.  

Ülkemizde sürecin en başından bu yana neler izlediniz? Bir olumlu bir endişe verici gözleminizi paylaşır mısınız?

Çin’den uçuşların durdurulması görece erken başlayan bir uygulamaydı ve olumluydu. Ancak şubat sonunda binlerce insanın umreye gitmesine izin verilmesi, testlerin kısa süre öncesine kadar sadece Ankara’da yapılabiliyor olması salgınla mücadelede stratejik hatalardı. 

Salgında olabildiğince çok olguyu bulup izole etmek gerekir. Şu anki strateji tipik olguların bulunup tedavi edilmesine hafif ya da asemptomatik olguların göz ardı edilmesine yol açıyor.  

Salgınla mücadelede bilimsel kanıt ve bilgiyi kullanmak, paylaşmak çok önemli. Şeffaflık en üstten en alta kadar var olması gereken bir kavram ve ne yazık ki ülkemizde biz bunun eksikliğini hep yaşıyoruz. 

COVID-19 pandemisinden sonra çok bilgi, deneyim kazanmış olacağız. Aslında bir önceki influenza pandemisinden de öğrenmiştik. Örneğin pandemi hazırlık planları hazırlandı, laboratuvar altyapısı, bilgi işlem altyapısı, sürveyans alt yapısı güçlendi, erken uyarı yanıt sistemleri oluşturuldu. Ancak olayın kendisiyle karşılaştığımızda hazırlıklarımızı unutup bazı şeyleri el yordamıyla yeniden oluşturmaya çalıştık. Aslında kurumsal hafızalar burada çok önemli.

Pandemi sürecinde sizin kurumunuzda ya da kişisel olarak aldığınız görevler nelerdir?

Ben pandemi sürecinde hastanede covid sürveyansında görev aldım. Sürveyansla ilgili bir ekip oluşturduk. Ekipte Epidemiyoloji Yandal Uzmanlık öğrencisi ve Halk Sağlığı Araştırma görevlisi arkadaşlarımız, hastaneden tıbbi istatistik ve bilgi işlem görevlileri yer alıyor. Epidemiyoloji Yandal Uzmanlık öğrencisi ve Halk sağlığı araştırma görevlisi arkadaşlarımız bu süreçte çok özverili ve yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Ekibimiz haftanın 7 günü hastanedeki olgularla görüşüp filyasyonu yapıp ve temaslıları belirliyor. Sağlık Müdürlüğü’ne günlük olgu bildirimlerini yapıyoruz, kümelenmeleri haber veriyoruz. 

Ayrıca hastanemizde sağlık çalışanlarını korumaya yönelik önlemleri hayata geçirmek için çalışıyoruz.  Sağlık çalışanlarının temaslı izlemlerini ve gerektiğinde izole olmalarını sağlamak için uğraşıyoruz.  Salgında her şey çok hızlı değişiyor. Bizim hastanede de ilk olgunun saptandığı günden bu yana ekibimizin çalışmaları daha anlaşılır duruma geldi.  Temel olarak bu bir ayda tekrar fark ettiğim şey biz halk sağlıkçıların hep bir sistem kurup kimseyi dışarda bırakmamaya çalışmamız klinisyenlerin ise buldukları hastayı iyi tedavi etmeye çalışmaları.  

Gündelik hayatınızda ne gibi değişimler oldu? Kişisel olarak sizi zorlayan süreçler nelerdir?

Gündelik hayatım çok değişti. Martın başından beri sanki covid-19 dışında bir şey düşünemez duruma geldim. Ben aslında kronik hastalıklar konusunda çalışırken şimdi nerdeyse hiç o alana bakamıyorum. 

Hafta sonları da yoğun şekilde çalışıyorum. Arkadaşlarımla buluşup iki sohbet edemiyorum. Her bahar olduğu gibi spor salonuna gitmeye karar verdiğimde spor salonları kapandı. Kızımın okulu da kapandı. Şimdi onu evde yalnız bırakıp işe gidiyorum. Gün boyu arayıp onun nasıl olduğunu neler yaptığını anlamaya çalışıyorum. Bazen yoğunluktan onu arayamıyorum bile. Akşam eve geldiğimde anlatacak çok şeyi oluyor. Seyrettiği animeden, yarattığı çizim karakterlerinden, beğendiği müziklerden konuşuyoruz. Ben kafam başka yerde, biraz da suçluluk duyarak onu dinlemeye çalışıyorum. Sonra o günkü sorunlarla ilgili bir zincirleme telefon görüşmesi ya da  “whatsapp” yazışması başlıyor; ikimiz de kendi dünyamıza çekiliyoruz. Sanırım bu dönemde gerçek anlamda izole olan, O. Şubatta kızımla birlikte okulunda corona virüs ve aşılarla ilgili sunum yaptık. Epeyce havalı bir etkinlik olmuştu. O zaman birkaç hafta sonra okullarının kapanabileceğini öngörmemiştik. Bu dönem onun anılarında nasıl yer edecek çok merak ediyorum. Uzak ya da yakın bir yerlere gidememek ve hatta yaz tatili hayali bile kuramamak ikimize de biraz tuhaf geliyor. Oysa biz bu yaz Karadeniz yaylalarına gitmeyi istiyorduk. 

Size de en çok gelen soru ‘Şimdi ne olacak? Bu pandemi ne zaman bitecek?’ sorusudur. Bu öngörüyü yapmak zor tabi ancak genel resmi görmeye çalışırsak 1 ya da birkaç ay sonra ülkemizi ve dünyayı nasıl görüyorsunuz?

Şubat ayında kızımın okulunda çocuklara yaptığım sunumun sonunda şöyle demiştim: “Dünyada pandemiler hep oldu. Şimdi eskiye göre daha deneyimliyiz, bilgiliyiz, daha hızlıyız, daha çok teknolojimiz var. Virüsün genetiği hemen saptandı, kısa sürede ilaç geliştirilir, aşı yapma çalışmaları çoktan başladı. Biz bu pandemiyi yeneriz!” Ancak o sunumdan birkaç hafta sonra salgın kapımıza geldiğinde kurumlarda ve insanlarda panik ve kaos hali vardı.  Elimizde var olan ise en eski ve etkin kontrol önlemleri: Olguyu bul, tedavi et. Temaslıyı bul sağlıklılardan ayır; enfeksiyon zincirini kır!.  

Pandeminin ne zaman biteceği ile ilgili öngörüde bulunmak için veriye ve verileri kullanarak bir dizi analiz yapmaya ihtiyaç var.  Bizim öncelikle bu verileri üretmemiz gerekiyor. Sağlık Bakanlığının topladığı sürveyans verilerinin analizinden pek çok soruya yanıt bulunabilir. Ayrıca ek olarak toplumda insanların önlemlere uyumundan, seroprevalansa ve hastalığın ve ölümlerin risk faktörlerini belirlemeye kadar epidemiyolojik çalışmalar yapılması gerekir. Burada en önemli risk gruplarından biri olan sağlık çalışanlarında hastalığın gidişini belirlemeye yönelik çalışmaları da unutmamak gerekir. Epidemiyolojik araştırmaların sonuçlarını, demografik yapıyı ve hastalığın doğasına ait verileri birleştirerek bu salgının nasıl bir seyir izleyeceğini tahmin edebiliriz. Bizim halk sağlıkçılar olarak gücümüzü bu alana kaydırıp bu alanda öneriler geliştirmemiz gerekir. Bizden önceki ülkelerin deneyimlerini ya da modellerinin sonuçlarını doğrudan bize uyarlamak hatalı olur. Çünkü her ülkenin demografisi, sosyal örüntüsü, davranış şekli, sağlık sistemi, örgütlenmesi, insan gücü, altyapısı farklı. Bulaşıcı hastalıkların modellemesine yönelik çalışan halk sağlıkçılar yetiştirmeliyiz.

Son sorum bu pandemiden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi bir görüş var. Sizce neler değişecek? Ya da değişecek mi?

Ben bu pandemiden sonra düşünme ve yaşam biçimimizin büyük ölçüde değişeceğine inanıyorum. Bu süreçte insanlar hayatta asıl neyin önemli olduğuyla ilgili düşünme fırsatı buldular. Salgın hastalıklar söz konusu olduğunda statünün, etiketin, paranın bir öneminin olmadığını en önemli şeyin sağlıklı ve hayatta olmak olduğunu hissettiler. 

İzolasyonun bir kısmı bundan sonraki hayatımızda kalacak bana kalırsa. Eskisi kadar çok dokunma, sarılıp öpüşme olmayabilir. Şimdi yaygın kullandığımız sanal iletişim, telekonferans vb daha da yaygınlaşacak. Evden çalışma kavramı da öyle.  Zaman zaman içimi burkan konulardan biri de konser, sinema gibi bir araya gelerek yapmaktan tat aldığımız etkinliklerin zamanla azalıp sanal ortama kayması olasılığı. 

Salgın sırasında liderlerin ve sistemlerin de farklı yüzleri ortaya çıktı. Bazıları otoriter, bazıları daha liberaldi. Bazıları daha eşitlikçi bazıları değildi. Bazıları toplumu bazıları ekonomiyi önceledi. En eski kontrol önlemleri olan el yıkama, izolasyon, karantina gibi önlemler herkes için geçerli olması gerekirken toplumun bazı kesimleri için ayrıcalıklı izolasyon, test, tedavi olanakları yaratıldığı da görüldü. Bu nedenle insanların eşitlik talebi, güçlü ve sosyal bir devlet talebi artabilir diye düşünüyorum.

Salgının ekonomik etkileri tüm dünya ülkeleri için büyük olacak. Özellikle küçük işletmeler, esnaf, işçi, kırılgan yapıya sahip güvencesiz çalışan kesimler, çiftçiler, göçmenler şimdi ve pandemiden sonra en çok desteklenmesi gereken kesimler. 

Pandemi sonrası ülkeler ekonomi, sanayi ve tarımlarını biraz daha milliyetçi ve kendi kendine yetebilecek şekilde şekillendirmeyi seçebilirler diye düşünüyorum. 

Röportaj: Uzm. Dr. Ayşe Gülsen Teker

aysegulsenteker@gmail.com

Paylaş