Merhaba Değerli Okurlarımız,

Bu haftaki röportajımızda COVID-19 Pandemisini Çevre Sağlığı ve Ekosistem bağlamında konuşmak istedik. Bildiğiniz gibi SARS-CoV-2 zoonotik bir virüs bu nedenle pandemiyi analiz ederken üzerinde durulması gereken başlıca konularda biri Çevre Sağlığı elbette. Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz hocamız Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD’nda Halk Sağlığı Uzmanlığı eğitimini almış; daha sonra Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çevre Sağlığı Yandal eğitimini tamamlamış ve bu üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam ediyor. Halk Sağlığı ve Çevre ilişkisi söz konusu olduğunda en yetkin isimlerden biri olan Cavit hocamıza sorularımızı yanıtladığı için çok teşekkür ederiz.

COVID-19 Pandemisi yeni bir bulaşıcı hastalık etkeninin oluşturduğu bir pandemi ancak içinde olduğumuz bu duruma bizi ekosisteme verdiğimiz zarar, vahşi hayata ve doğaya duyarsızlığımız, saldırganlığımız ve günümüz dünyasının tüketim ve yaşam biçiminin neden olduğunu da biliyoruz. Yani içinde bulunduğumuz bu süreç bir Çevre Sağlığı sorunu olarak ortaya çıktı aslında. Ama tüm odağımız, konuşmalarımız, kaygılarımız bir bulaşıcı hastalık etkeni üzerine. Neden Çevre Sağlığı hiç konuşulmadı/konuşulmuyor?

Bulaşıcı hastalıklar ve çevre sağlığını birbirinden ayrı alanlar gibi düşünmemek gerekiyor. Aslında bir bulaşıcı hastalığı çevresel koşullardan bağımsız düşünemeyiz. Bu nedenle de bulaşıcı hastalık etkeni üzerine konuşmak birçok yönüyle çevre üzerine de konuşmak demek. Şu anda pandeminin sıcak aşamasındayız bu nedenle de odak noktası etken ve özellikleri. Salgınla baş etme döneminde böyle olması da doğal. Öte yandan da her zaman olduğu gibi sağlığa bakışın birey ve tedavi merkezli oluşunun yansımalarını da görüyoruz açık olarak. Halk sağlığı ve bütünsel bir sağlık bakışı ya akla hiç gelmiyor ya da çok geç geliyor. Pandeminin nedenlerine yönelik çevresel tartışmalar henüz çok görünür değil ancak zoonotik bir virüsün etken olduğu düşünülürse çevresel nedenler önümüzdeki dönemde daha çok gündeme gelecektir. Hastalığın bulaş mekanizmaları açısından “çevre dezenfeksiyonu” meselesinin farklı açılardan gündemde olduğunu da unutmayalım. 

İçinde bulunduğumuz dönemi pandemiler dönemi olarak niteleyebiliriz. Yirminci yüzyılın ilk yirmi yılındaki ikinci pandemiyle karşı karşıyayız ve COVID-19 pandemisiyle influenza pandemilerine hazırlık yapan dünya hiç beklemediği bir başka virüs pandemisiyle karşılaştı. Bu pandemi de kuş ya da domuz gribindeki gibi bir zoonoz virüsün insandan insana bulaşır hale gelmesiyle ortaya çıktı. Bu noktada “Tek Sağlık” kavramının önemi bir kez daha görünür hale geliyor. Zoonotik hastalıklar giderek daha fazla tehdit oluşturan ve hem sayı hem tür olarak artan hem de alan olarak değişim gösteren hastalıklar. 

Yeni ortaya çıkan insan patojenlerinin büyük kısmını zoonotik etkenler oluşturuyor. 1940-2004 yılları arasında 335 yeni enfeksiyon etkeni tanımlanmış ve bunların %60’ı zoonoz, bu oranı %75’lere çıkaranlar da var. 2009 yılındaki domuz gribi pandemisi sonrasında hayvanlardan insanlara bulaşan virüslerle ilgili çalışmalar yoğunlaştı ve bu konuda yapılan bir projede 60 ülkede 931 yeni virüs türü tespit edildi. İklim krizinin etkisiyle de zoonotik hastalıklar artış gösteriyor. Batı Nil Virüsü, Lyme Hastalığı, Zika Virüs hastalığı gibi hastalıklar gündemde ilk sıraları işgal etmeye başladı bile. 

Diğer yandan COVID-19 için de şu anda baş şüpheli olan vahşi hayvanlarla temas meselesi de önemli bir faktör. Bir yandan ekolojik tahribatlarla ekosistemlerin bozulması, diğer yandan birçok türdeki insani faaliyetler hayvanların yaşam alanlarını ve döngülerini olumsuz etkiliyor. Kasıtlı bir biçimde doğayı tahrip ettikçe doğrudan ve dolaylı etkilerini hem insanlar hem de tüm canlılar üzerinde rahatlıkla görebiliyoruz. Vahşi yaşamı tahrip eden vahşi hayvan ticareti de gözden kaçırılmamalı. COVID-19’un çıkış ülkesi Çin’de “vahşi hayvan endüstrisinde” 6,3 milyon kişi çalışıyor ve bu “endüstri” 18 milyar ABD Dolarlık bir ekonomik hacme sahip. 

Zaman geçtikçe COVID-19 ile çevre ve ekoloji ilişkisi hakkında daha çok başlık tartışacağız muhtemelen. Bu arada benzeri bir durumun 2009 domuz gribi pandemisinde de yaşandığını unutmayalım. Domuz gribi pandemisi Meksika’daki domuz çiftliklerinden önce çalışanlara sonrasında bu çiftliklerin bulunduğu kasabaya sonrasında da dünyaya yayıldı. Bu süreçte domuz çiftliklerinin getirdiği değişim pandemiye doğru giden süreci gözler önüne seriyor. Önce ABD’de 90’lı yıllardan itibaren domuz çiftliklerinin çapı hızla büyümeye başlıyor, küçük üreticiler yerlerini “mega” domuz üretim çiftliklerine ve şirketlere bırakıyor. Çünkü büyük çaplı tesisler ekonomik rekabet açısından üretim verimliliği açısından tercih sebebi. Böylece “fabrika çiftlikler” diye adlandırılan alanlar gelişti ve bu salgın için riski arttırdı. Durum, uyarısı yıllar önce yapılan salgının gelişimi hakkında daha fazla ipucu verebilir. Endüstriyel hayvancılık, hayvancılığın “fabrikalaşması” beraberinde binlerce hayvanın havasız, daracık kafeslerde, yapay olarak beslenmesini getirdi ve genel olarak yüksek yoğunlukta hayvan üretilen bu tesisler, hayvanlardaki hastalık insidansını arttırma, yeni ve antibiyotiklere dirençli hastalıkların ortaya çıkışı ve hayvan atıkları ile hava kirliliği, yeraltı ve yüzey suları kirliliği oluşturma tehlikeleri taşıyordu. Öte yandan bir de işin uluslararası boyutu var. Bir yandan bu çiftlikler endüstrileşirken öte yandan ABD kendi toprakları dışında NAFTA vb serbest ticaret anlaşmalarının kolaylaştırıcılığında başka ülkelere de domuz çiftlikleri taşıyordu ve Meksika bu ülkelerin başında yer aldı. Meksika ucuz işgücü, teşvikler, “çevre ve sağlık koruma kurallarının serbestliği” gibi nedenlerle çekiciydi. Dolayısıyla politik faktörlerin ve özellikle neoliberal politikaların etkisini görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz bu süreçte. Ancak böyle bir bakışı da çok göremiyoruz ana akım halk sağlığında.

COVID-19 ile ilgili sürecin nedenselliğini hep birlikte göreceğiz. Ancak iklim krizi ve pandemiler çağında işimiz zor görünüyor. 

Salgın sürecinde bazı istenmeyen ırkçı tavırlar oldu Çinlilere karşı çünkü onların ‘sıra dışı yemek alışkanlıkları’ sürekli başımıza bela oluyordu -ki konu aslında bu kadar basit değil- ancak tüm yaşattığı sorunlara rağmen vahşi hayvan ve insan teması neden durdurulamıyor? SARS’tan çok kısa süre sonra vahşi hayvan pazarları yeniden açılmıştı. COVID-19’dan sonra da (belki daha devam ederken) aynısı olacak mı?

Vahşi yaşam ciddi düzeyde tahrip ediliyor ve bunun temel nedeni de insan aktiviteleri. Çin’de çok çeşitli amaçlarla vahşi hayvanlardan yararlanılıyor. Çin tıbbındaki ilaçlar için de gıda olarak da farklı amaçlarla da. İşin ekonomik boyutu gözlerin başka bir şey görmesini engelliyor. Dünya genelinde de vahşi hayvan ticaretinin yaygın ve büyük bir sektör olduğu görülüyor. Son 15 yılda fildişi ticareti için öldürülen fil sayısının 100 bin olduğunu belirten yazılarla karşılaşıyoruz. Kaçak avcılık yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan türler için büyük tehdit. Biyoçeşitlilk kaybı açısından da önemli bir risk bu. Doğaya hükmetme ve onu bir metaya dönüştürme gibi bir anlayış olduğu sürece bu yok oluş sürecek ne yazık ki. 

Okuduğum pek çok kaynak bu gibi salgınların devam edeceğini söylüyor. Baştan yenilgiyi kabul ediyoruz. Dünya vatandaşlarının bir araya gelip etkili kanallarla sesini duyurması ve yeni salgınlara engel olması mümkün değil midir?

Evet, “pandemiler çağındayız” artık. “Küreselleşen sağlık tehlikeleri çağı” bir yandan yeni ortaya çıkan enfeksiyon hastalıklarının, diğer yandan da “geri dönen”; yani var olan ama azalmış enfeksiyon hastalıklarının yeniden ortaya çıktığı çağ. İklim krizinin etkilerinin belki de en üst noktaya çıkacağı çağ. Elbetteki yoksulluğun, eşitsizliğin, hava kirliliğinin, kronik hastalıkların, şişmanlığın, göç ve göçmenliğin, çatışma ve savaşların da küreselleştiğini unutmadan. Küresel sağlık etkilerinin ve hızın çağı. Yukarıda belirtiklerimiz dışında etkenlerin hızlı yayılımı da bunda önemli etkenlerden biri. DSÖ verilerine göre sadece 2001-2016 yılları arasında 168 ülkede halk sağlığını tehdit eden binden fazla salgın ortaya çıktı. Bu dönemde “halk sağlığı krizine” yol açan dört hastalık küresel bir tehdit oluşturdu. Bunlar: SARS, (2003), Pandemik H1N1 (Domuz gribi, 2009), MERS-CoV (2012–2015), Ebola (2014) idi. Şimdi beşincisiyle karşı karşıyayız: COVID-2019. Bunun yanında DSÖ’nün “küresel sağlık tehditleri arasında” da “pandemi” başlığına yer verdiğini görüyoruz. DSÖ, 2019 yılında küresel sağlığı tehdit eden 10 başlık sıralarken dört başlıkta enfeksiyon hastalıklarına yer veriyor: Küresel grip pandemisi, ebola ve diğer tehlikeli enfeksiyon etkenleri (zika, nipah, MERS, SARS başlıcaları), Dang Humması (Dengue Fever, sivrisinek aracılığıyla bulaşan bir virüs hastalığı) ve HIV. Dolayısıyla bir “pandemi” olasılığını hep gündemde tutuyor. 

DSÖ’nün bir de “öncelikli hastalıklar listesi” var. Bu liste ilk olarak 2015 yılında yayımlandı ve salgın potansiyeli nedeniyle halk sağlığı acil durum riski taşıyan hastalıkları ve bu hastalıklara yönelik araştırma ve incelemeleri öncelemeyi kapsıyor. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Ebola virüs ve Marburg virüs hastalığı, Lassa ateşi, MERS-CoV ve SARS, nipah virüsü hastalığı, Rift Vadisi hastalığı, Zika hastalığı ve “Hastalık X”. Bu “Hastalık X” terimi ile kastedilen, “ciddi bir uluslararası salgın oluşturan ve bilinmeyen bir patojenden kaynaklanabilecek hastalık”. Kim bilir belki de liste güncellendiğinde listenin yeni üyesi COVID-2019 olacak.

Hızlanan yaşam, ulaşım, etkileşim, küreselleşen birçok olgu ile birlikte enfeksiyon hastalıklarının da hızla yayılımı söz konusu artık. Bu durumun ciddiyeti elbette ki yayılıma konu olan enfeksiyon etkeninin ve yol açtığı hastalıkların özellikleriyle yakından ilişkili. Yayılım hızına ilişkin endişelerin de temel kaynağını ABD Hastalık Kontrol Merkezi’nin şu cümlesi özetliyor: “Bir patojen, uzak bir köyden 36 saat içinde tüm kıtalardaki büyük şehirlere gidebiliyorsa, ulusal güvenliğimize yönelik tehdit her zamankinden daha büyüktür. Bu konuda riski artıran faktörler arasında önemli faktörlerden biri de zayıf halk sağlığı yapıları”.

Yeni yüzyıl yeni tehlikelerle geliyor ve halk sağlığı kavramı ve bilimi geçmişten geleceğe önemini arttırarak sürdürüyor. İklim krizi ve pandemiler, bu yüzyılın yeni halk sağlığı tehditleri arasında ilk sıralarda. 

Pandemi ile ilgili bireysel ya da kurumunuzda hangi görevleri aldınız? TTB COVID-19 İzleme Grubu’nda yer aldığınızı biliyorum. Neler yapıyorsunuz konu ile ilgili?

Aslında uzmanlık camiamızın tümünün yaptıklarından çok farklı işler yapmıyoruz biz de. 

Öncelikle erken dönemde Anabilim Dalımızda konu ile ilgili planlamalar yaptık. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nda yer alan Levent hocamızın danışmanlığında hızla bir eğitim dokümanı hazırladık, bölümümüz web sayfasında yayımladık, bir eğitim ekibi kurarak hem üniversitemizin birimleriyle hem de İl ve İlçe Sağlık Müdürlükleriyle temasa geçtik. Çok sayıda eğitim talebi geldi. Süreç ilerledikçe özellikle anabilim dalımızdaki hoca ve uzmanlık öğrencilerimizin katkılarıyla çok sayıda toplum bilgilendirme notu hazırlandı ve web sayfamızda paylaşıldı. Bu dokümanlara özellikle çevre sağlığı ile ilgili olanlara katkı sunmaya çalıştık Çevre Sağlığı Yandal Uzmanlık öğrencisi Ayşenur arkadaşımızla birlikte. 

TTB de TTB COVID-19 İzleme Grubu’na davet etti. Bu grupta ilgili uzmanlık derneği temsilcileriyle birlikte hem süreci izleyen, değerlendiren, raporlar, eğitim dokümanları ve kamuoyunu bilgilendirici materyaller hazırlayan bir çalışma yürütmeye çalışıyoruz. TTB Merkez Konseyi bazı konularda görüşümüze başvurduğunda, onlarla bilgi ve belge paylaşmaya çalışıyoruz.

Bu arada da iki hafta kadar önce İl Sağlık Müdürlüğü tarafından Bulaşıcı Hastalıklar Danışma Komisyonu’na davet edildim, özellikle sahada yoğun emekle sürdürülen çalışmalara katkı sunmaya çalışıyorum. 

Ayrıca HASUDER Çevre Sağlığı Çalışma Grubu’nun çalışmalarına da destek olmaya çalışıyoruz. Bu konuda Çevre Sağlığı Yandal Uzmanlık öğrencisi Ayşenur arkadaşımla birlikte yüzey temizliği ile ilgili bir dokümanın hazırlanmasına katkıda bulunmaya çalıştık.  

Tüm halk sağlığı disiplini üyeleri gibi bu süreçte medyada her fırsatta halk sağlığı uzmanlarının sesini yükseltmeye çalışıyoruz hep birlikte. 

COVID-19’u bir kenara bırakacak olursak, günümüzde insanı ve gezegenimizi tehdit eden pek çok çevre sağlığı sorunu var ancak en önemli 3 çevre sağlığı sorununu sorsam hangilerini söylersiniz?

‘İklim krizi’ bünyesinde çok sorunu taşıyan ilk ve en yakıcı başlık. İlk sırada bu olurdu sanırım. 

‘Biyoçeşitlilik kaybını’ ikinci sırada sayabilirim. Gezegen için büyük tehlike.

“Yoksulluk, eşitsizlik, su, gıda sorunları ve hava kirliliği” diyerek bir “bileşik başlık” yapmış olayım üçüncü sırada. 

Çevresini korumak için herhangi bir birey gündelik hayatında neler yapabilir, neleri değiştirebilir?

Yaşam tarzımızı ve algılarımızı, doğaya ve dünyaya karşı duruşumuzu değiştirerek başlayabiliriz: “En temel ihtiyaçları en minimal tahribatla karşılama”. Hekimliğin temel ilkesini uygulamakla başlanabilir: “Önce zarar verme”. Yaşam biçimlerimiz, yaşam algımız, kentlerimiz, şehirlerimiz değişmedikçe sonuç alma şansımız az. Bireysel her türlü katkı değerli ancak etkileri sınırlı. Politika düzeyinde de etkili olabilmeliyiz bireyler olarak. Bu nedenle de bu konuda politik olmak ve politik tutum almak zorundayız. Önümüzdeki on yıllar çevre ve ekoloji için politik eylemsel tutum almanın bir çeşit zorunluluk olacağı dönemler olacak. Bu anlamda sadece oy verirken bir politik tutum almanın yeterli olmayacağını ve daha eylemsel ve aktif olunması gerektiğini düşünüyorum. 

Sağlıklı bir çevre sizce bir hayal mi yoksa mümkün mü?

Kesinlikle mümkün. Bunu sağlayamazsak geri dönüşü olmayan bir yerde olacağız. 

Son sorum her gün bir önceki gün bildiklerimizi unuttuğumuz bir süreç yaşıyoruz ancak sizin zihninizde ülkemiz ve dünya için birkaç ay sonrasıyla ilgili nasıl bir resim var?

Görünen o ki COVID-19 gündemimizde yer almaya uzun süre devam edecek. Hem tıbbi, hem sosyal hem ekonomik hem de psikososyal yönleriyle. Önemli etkiler bırakacağı şimdiden görülüyor. Hem dünyada hem ülkemizde farklı tartışmalar yaşanacak ve farklı sonuçları olacak. Sağlık sistemleri tartışmaları, kayıt, istatistik, şeffaflık, katılımcılık, bilim ve siyaset ilişkisi, halk sağlığı, salgın yönetimi, sağlık çalışanlarının sağlığı, özelleştirme, aşı, eşitsizlik, yoksulluk, ekonomik kriz, iklim krizi akla ilk gelen başlıklar. Pandemiler dönemine girdiğimiz bu çağda siyasal ve ekonomik sistemlerin değişimini hep birlikte göreceğiz. Krizlerden fırsat çıkarmanın yapısal bir özellik olduğu ancak bu durumun her seferinde yeni bir krize neden olduğu bir sistemin egemen olduğu dünya, gezegeni yaşanmaz hale getiriyor. COVID-19 deneyimi bu egemenliği değiştirmek için çok geç kalmamak gerektiğini gösteriyor. Dünya bir tercihle karşı karşıya. Eşiğinde olduğumuz kriz birçok yönüyle tüm canlılar için bir varoluş krizi. 

Teşekkür ederim. 

Röportaj: Uzm. Dr. Ayşe Gülsen Teker

aysegulsenteker@gmail.com

Paylaş