Merhaba Değerli Okurlarımız,

Yaşadığımız pandemi sürecinden en çok etkilenen grup maalesef sağlık çalışanları. Sağlık çalışanlarının COVID-19 ile savaşları devam ederken mevcut durumlarını, nasıl korunabileceklerini ve bu konudaki eksikleri İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Altundaş Hatman’la konuştuk. Elif Altundaş Hatman Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD ardından İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İş ve Meslek Hastalıkları BD’da eğitimini tamamladı. Halen İstanbul Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi’nde görevine devam etmekte. Sorularımızı yanıtladığı için kendisine teşekkür ederiz. Biz de COVID 19 ile mücadele ederken hastalanmış sağlık çalışanlarına şifa dilerken, bu uğurda yaşamını yitiren meslektaşlarımızı minnet ve saygıyla anıyoruz.

Sağlık Bakanı’nın sağlık çalışanlarında COVID 19 durumu ile ilgili yalnızca bir defa açıklaması oldu. Kaç enfekte, hasta ya da vefat eden sağlık çalışanı var bu konuda güncel bir bilgi var mı? 

1 Nisan 2020 tarihinde Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca tarafından yapılan açıklamada 601 sağlık çalışanının COVID-19 ile enfekte olduğu bildirildi. Sizin de belirttiğiniz gibi 1 Nisan 2020 tarihinden bugüne kadar Sağlık Bakanlığı tarafından yeni bir açıklama yapılmadı.

22 Nisan 2020 tarihinde TTB tarafından açıklanan rapor bize konu ile ilgili en güncel veriyi sunuyor. Bu raporda ülkemizde en az 3474 sağlık çalışanın COVID-19 tanısı aldığı ve 24 sağlık çalışanı arkadaşımızın da yaşamını yitirdiği bildirildi.

Bir sağlık çalışanı SARS CoV-2 ile enfekte olduğunda ya da temaslı olduğunda belirli rehberlere göre değerlendirildiğini, izlendiğini ve işten uzaklaştırıldığını ya da işe dönüşünün sağlandığını biliyoruz. Peki COVID-19’un bir iş kazası ya da meslek hastalığı sayılması için neler yapılmalı? Bu yönde bir düzenleme var mı? Varsa ne durumda?

İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına 22 Mart 2020 tarihli COVID-19 Pandemisi’nde Meslek Hastalığı Tanı Kılavuzu ve yine İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği adına COVID-19 ilişkili İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimine ilişkin bir belge hazırlanmış durumda. 

Her iki belgede de hangi koşullarda COVID-19’un iş kazası ve meslek hastalığı olarak tanımlanabileceği tartışılmış. Pandemi koşullarında etken ile karşılaşmanın işyerinde/çalışma koşullarından kaynaklı olduğunun ortaya konulabilmesi her seferinde kolay olmayabilir. Ancak sağlık çalışanlarının COVID-19 ile çalışma ortamlarında karşılaşma olasılıklarının yüksek olduğu gözetilerek hareket edilmelidir.

Pandemi sürecinde ne Sağlık Bakanlığı ne de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından sağlık çalışanlarına özel bir bildirim sistemi oluşturulmadı. Bunun yerine tüm diğer olgular gibi sağlık çalışanlarına ait veri de Halk Sağlığı Yönetim Sistemi (HSYS)’ne giriliyor, tüm bildirim ve takip işlemleri bu sistem üzerinden yapılıyor. Bu sistemde sağlık hizmetlerinde görev alan 4/D’li işçiler (güvenlik personeli, temizlik personeli vb.) sağlık çalışanı olarak tanımlanmamış durumda. HSYS’den elde edilecek verinin bu noktada eksik olacağı unutulmamalı.

Her halükarda sağlık çalışanının COVID-19 olası/kesin tanılı bir hasta ile temasında, solunum yollarına, göz mukozasına ya da açık yaralarına olan öksürük, hapşırık ve diğer vücut sıvılarının sıçraması ya da bulaşması gibi olaylar iş kazası olarak değerlendirilmeli, kayıt altına alınmalı ve bildirilmelidir.

Yine COVID-19 hastalığı gelişen sağlık çalışanlarının mutlaka meslek hastalığı yönünden değerlendirilmesi gerekiyor. Sağlık çalışanının COVID-19 ile etkileniminin değerlendirilmesi, etkilenim ile işyeri/çalışma koşulları ilişkisinin tartışılması ve meslek hastalığı tanısı koymaya yetkili bir kurum tarafından sağlık kurul raporunun düzenlenmesi ile mesleki COVID-19 tanısı konulabilir. COVID-19 hastalığına yakalanan sağlık çalışanlarının meslek hastalığı tanısı koymaya yetkili bir hastaneye sevk edilmeleri ya da bizzat kendilerinin bu hastanelere başvurması, meslek hastalığı tanısı açısından değerlendirilebilmeleri için yeterli olacaktır.

COVID-19’un iş kazası ya da meslek hastalığı olarak düzenlenmesi neden önemli?

Pandemi bizi bir kez daha sağlık çalışanlarının sağlığını korumak konusundaki eksikliklerimizle yüzleştirdi. COVID-19 hastalığına yakalandığını tespit ettiğimiz meslektaşlarımızın/çalışma arkadaşlarımızın tedavi süreçlerini kaygıyla takip ediyor, yaşamlarını yitiren arkadaşlarımızı koruyamamış olmanın acısını yaşıyor, hem kendi yaşamlarımız hem de sevdiklerimiz için endişe duyuyoruz…

Sağlık çalışanlarının COVID-19 hastalığına iş kazası sonucu yakalanması ya da hastalığın meslek hastalığı olarak tanımlandığı örnekler, bize sağlık iş kolunda iş sağlığı ve sağlık çalışanlarının güvenliği konusunda ne noktada olduğumuzu gösterecek.

İkincisi 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ötelenen maddeleri… 

“İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nunda yer alan, 4857 sayılı İş Kanunu’nun mülga 81’inci maddesi kapsamında çalışanların bulunduğu kamu kurumları hariç diğer kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirilmesi ile ilgili hükümlerin 1/7/2020 tarihinde yürürlüğe girmesi”

Bu ibarenin sağlık iş kolunda tercümesi, 50’nin üzerinde çalışanı olan kamu sağlık kuruluşlarında iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yürütümü sırasında iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirilme zorunluluğunun 1/7/2020 tarihine kadar ertelenebileceği şeklindedir.

Kamu sağlık kurum ve kuruluşlarında işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanları olmaksızın yürütülmekte olan iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin etkisini ve niteliğini de gösterecek bize COVID-19’a bağlı meslek hastalıkları ve iş kazası sonrası COVID-19 hastalığına yakalanan sağlık çalışanlarının niceliği…

Ülkemizde sağlık çalışanları için gerekli ekipman, eğitim, uygun çalışma saatleri ve çalışma alanları oluşturuldu mu? Sağlık çalışanlarının sağlığını korumakla ilgili eksiklerimiz neler?

Pandemi pek çok konuda ayna tuttu bizlere diye düşünüyorum. Hatta belki de çarpan etkisinden bahsedip, ayna yerine büyüteç de denebilir. Olağan dönemlerde aksayan sistemlerin böylesi kaotik/zorlu bir dönemde sağlıklı bir şekilde işlemesi çok mümkün olmayacaktır.

COVID-19’dan korunmada ekipman konusu çokça tartışıldı, sadece bizim ülkemizde değil, tüm dünyada… Oysa hepimizin bildiği, iş sağlığında kişisel koruyucu ekipmanların (KKE) kullanımının, korunma hiyerarşisinde en alt basamakta yer aldığıdır. KKE donanım kullanımı ve eksiklerinin tüm dünyada bu kadar ön planda oluşu çaresizliğimizin de bir göstergesi oldu kanımca…

Çalışma alanlarımızın fiziksel özellikleri, söz konusu enfeksiyon etkeni ile sağlık çalışanlarının ve diğer hastaların arasına konulabilecek KKE’ları önceleyen daha etkin bariyerler neredeyse çok az tartışıldı. Oysa çalışma alanının fiziksel yeterlilikleri yarı temiz ve temiz alanlar oluşturabilme olanaklarını dahi belirledi…

COVID 19 yeni tanımlanmış olmakla birlikte bir enfeksiyon hastalığı. Yine COVID 19’a ilişkin pek çok bilinmeyenin yanı sıra sağlık çalışanlarının bu etkenden hem kendilerini korumaları hem de yayılımını engellemeleri konusunda, temas, solunum ve damlacık izolasyonunu içeren enfeksiyon korunma önlemlerini bildiği/uygulayabileceği düşünülüyordu.

Tüm bunları yeniden gözden geçirmemizin gerekli olduğunu düşünüyorum. Pandemi döneminde KKE’ların temininde yaşanan yetersizlikler gibi uygun olmayan kullanımlarının da sağlık çalışanlarını olumsuz etkilediğini gözlemledik. Kimi örneklerde aşırı ve yerinde olmayan kullanımlar sağlık sorunlarına (FFP2/FFP3 maskelerin sürekli kullanımının yol açtığı nefes almada güçlük, boğaz ağrıları) kimi örneklerde yersiz güvene yol açtı (sürekli eldiven kullanımının el yıkamayı ikame etmesi).

Yine mikroorganizmalarla ve etkeni oldukları hastalıklarla karşı karşıya olduğumuz sağlık kuruluşlarının fiziksel koşulları, teknik donanımlara ilişkin uygunsuzluklar (camları olmayan muayene odalarının varlığı, havalandırma sistemlerinin etkinliği ve güvenilirliği vb.), mikroorganizmalarla sürekli etkileşim halinde olduğumuzun “birdenbire” farkına varılmasıyla, hızla uygun hale getirilemezdi. 

Çalışma saatlerini düzenleyerek etken ile karşılaşmayı azaltmak ise tamamen sağlık çalışanlarının sayısı, farklı profesyonel grupların dengeli dağılımıyla ilgili ve yukarıda sözünü ettiğim pandemi öncesi durumdan, sağlık çalışanlarının istihdam dengesinden bağımsız olarak tartışılamaz ve planlamazdı. Pandemi döneminde her ne kadar hekimler ön plana çıkarılsa da pek çoğumuzun bir kez daha hemşire, sağlık teknikeri, temizlik personelleri ve diğer sağlık çalışanı arkadaşlarımızın varlıklarının ne denli önemli olduğunu hissettiğini, sayıca yetersizliklerinin nelere yol açabileceğine tekrar tekrar tanıklık ettiğini düşünüyorum.

Bir sağlık çalışanı örneğin gerekli ekipmana ulaşamadığında ya da hasta bir sağlık çalışanından olmasıgerekenden daha kısa sürede işe dönmesi istendiğinde ne yapabilir?

Öncelikle çalışanın hangi iş ve işlemde hangi ekipmanı kullanması gerektiğini, bu ekipmanı kullanma-yeniden kullanma tekniğini ve süresini bilmesi gerekiyor. Temin edilmemişse, uygulama öncesi mutlaka talep etmesi ve gerekli ekipmanı kullanmaksızın çalışmaması gerekiyor. “Primum non nocere” (önce zarar verme) ilkesini, “Sağlık çalışanı olduğumuz için zarar görmemeliyiz” ilkesini de içerdiği unutulmamalı. Sağlık çalışanları olarak hem ödevlerimize hem de haklarımıza birarada sahip çıkabilmeliyiz.

Hastalık sonrası işe dönüş konusu da benzer şekilde, güncel rehber uyarınca, COVID-19 hastalığına yakalanan sağlık çalışanı semptomlarının sona ermesini takiben en erken 3 gün sonra, en az 24 saat aralıklı alınan iki PCR örneğinde negatif sonuç görülmesiyle işe başlar. Sağlık çalışanının aksi yöndeki bir talebi reddetmesi gerekiyor. Tüm bu süreçler, hastalık nedeniyle işten ayrılma ve işe dönüş kayıt altına alınması zorunlu süreçlerdir.

Basında bu dönem hastalık raporu sona ermeksizin işe dönen “kahraman” sağlık çalışanlarına ilişkin haberlere yer veriliyor. İşten uzaklaştırma ve izolasyon süreçlerinin sadece hasta bireyi değil, bulaş zincirini kırarak, ailesi, çevresi, çalışma arkadaşlarını da korumayı öngördüğü gözardı ediliyor.

Siz kurumunuzda ya da bireysel olarak hangi görevleri alıyorsunuz? Özellikle çalışan sağlığı için neler yapıyorsunuz ?

Pandemi öncesi, bir göğüs hastalıkları ve göğüs cerrahisi eğitim ve araştırma hastanesinde iş ve meslek hastalıkları uzmanı olarak çalışıyordum. Çalıştığım hastanede İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu, Enfeksiyon Kontrol Komitesi ve Pandemi Kurulunda yer alıyordum. 13 Mart tarihinden bu yana yalnızca Pandemi Kurulu üyesi olarak, yapılan iş bölümü çerçevesinde çalışıyorum. Kurumumuzda 2 Şubat-12 Mart tarihleri arasında Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından yürütülen eğitim çalışmaları 13 Mart’tan itibaren benim de içinde yer aldığım bir eğitim ekibi tarafından yerinde eğitimler şeklinde yeniden planlandı ve halen yürütülüyor. Sağlık çalışanlarının kullanması gereken KKE’lara ilişkin yaptığımız birim ve meslek bazlı planlamayı düzenli olarak takip ediyorum. Riskli temasları olan sağlık çalışanlarını değerlendirerek, risk kategorisini belirliyor ve takipleri için işyeri hekimimize yönlendiriyorum. Pandemi Kuruluna, riskli temasları azaltmaya dönük öneriler sunuyorum. Sağlık çalışanları için oluşturduğumuz hastalık surveyans sistemini takip ediyorum. Son üç hafta içerisinde bunlara ek olarak sağlık çalışanlarının Hızlı Antikor Testi ile taranmasının planlaması ve yürütülmesinde rol aldım.

Bir de malpraktis konusu gündeme geldi pek çok branşta doktorlar sıradan durumlarda yapmadıkları iş ve işlemlerde görev alıyorlar. Ben bir halk sağlığı uzmanı olarak hem filyasyonda görev alıyorum hem de pandemi servisinde nöbet tutuyorum. Uzmanlık alanı dışında yapılan iş ve işlemler pandemiden sonra yasal olarak doktorları zora sokar mı? Bu konuda kurumsal ya da bireysel olarak alınacak bir önlem mevcut mu?

Pandemi oldukça özel koşulların süregittiği olağandışı bir dönem… Bu dönemde uzmanlık ve uzmanlaşma tartışmaları başka bir boyut kazandı. İtalya’nın deneyimini ele alan bir makale radyoloji uzmanlarının dahi kısa bir eğitimin ardından yoğun bakım hekimi olarak çalıştığından bahsediyor. 

Bu süreçte beni endişelendiren asıl konu ilaçların endikasyon dışı kullanımı. Bu konuda her ne kadar Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan güncel rehber kullanılsa da, tüm endikasyon dışı ilaçlar için hastalardan ya da bunun sağlanamadığı hallerde hasta yakınlarından tedavi onamlarının alınması gerektiğini düşünüyorum. Sürecin olağandışılığı, etik gereklilikleri bir kenara itmemize neden olmamalı.

Sağlık çalışanlarına ek ödemelerinin düzenlenmesi, vefat eden sağlık çalışanlarının şehit olarak kabul edilmesinin gündeme gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sağlık çalışanlarından bir bölümünün daha çok ek ödeme ile ödüllendirilmesinin iş barışını olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Ek ödeme sistemi bir dizi eşitsizliği barındırırken, bu dönemde ödüllendirme amacıyla kullanılması, hastanelerde çalışan temizlik, güvenlik çalışanları gibi pek çok çalışanın bu katkıyı alamamasıyla sonuçlandı. Diğer yandan COVID-19 hastasına bakım veren ve vermeyen sağlık çalışanları gibi bir ayrıma da denk düştü bu uygulama, bu nedenle de gereğince kapsayıcı olmadı.

Şehitlik, ölümü yücelten dinsel bir kavram… Her ne gerekçeyle yapılırsa yapılsın ve her ne kadar iyi niyetli de olsa bu tür öneriler, yaşama karşı; ölümün yüceltilmesinden yana değilim. Sağlık çalışanlarını COVID-19’a bağlı ölümlerden korumak için daha etkin yöntemler kullanabilir ve yaşatmak için daha fazla çaba harcayabiliriz.

Yaşadığımız son olay sağlık çalışanlarının öneminin anlaşılmasını sağladığını düşünüyor musunuz? Yoksa geçici bir durum mu? ‘Sağlıkta Şiddet Yasası’ mecliste kabul edildi yeni yasayla sağlık çalışanlarının kazanımları nelerdir?

Sağlık çalışanlarına ilişkin toplumda bu dönemde ortaya çıkan olumlu duyguların geçici bir durum olmamasını temenni ediyorum ben de. Ancak bunun kolayca süreklilik kazanamayacağını da pek çoğumuz gibi biliyorum… Sorunuzu şiddeti de içerecek şekilde yanıtlamak istiyorum, şiddet hem siyasal hem de kültürel bir sorun, herbirimizin hücrelerine kadar nüfuz etmiş… Ünlü bir gazeteci, köşe yazarı ve TV programcısı geçtiğimiz günlerde canlı yayında, “Sağlık çalışanlarına tırnağına dokunanı görürsem kafasını, kafasını gözünü kırarım. Gerçekten döverim. Ağzını burnunu kırar, eline veririm. Kodum mu oturturum” dedi. Sanırım bu sözlerin üzerine ben ne desem yetersiz kalır…

Son olarak ülkemiz ya da dünya için bir kaç ay ya da bir yıl sonra nasıl bir resim canlanıyor zihninizde?

Bu dönemi benim açımdan en çok zorlu kılan şey öngörememek… Diğer yandan umutvar bir insanım ben ve ders alır mıyız demekten, umut etmekten de kendimi alamıyorum. COVID-19 söz konusu olduğunda “Geleneksel ve alternatif tıp” sessiz kaldı, her zaman doğru yöntemlerle olmasa da bilimsel olan tartışılıyor. Sadece sağlık çalışanlarının önemi değil anlaşılan, vazgeçilemeyecek metalar ve iş kollları konuşuluyor. Kimilerinin rahatça izole olmaları dahi bizlere bağlı. Ürettiğimiz hizmete ya da ürüne… Değişim mümkün mü? Gerekmedikçe tüketmeyen, birbirine bağlı ve ihtiyacı olduğunu anlayan, daha fazla dayanışan… Umut işte 

Röportaj: Uzm. Dr. Ayşe Gülsen Teker

aysegulsenteker@gmail.com

Paylaş